Genel Klinik Bilgi – Şizofrenide Depresyon – Şizofreni ve Afektif Bozukluklarda Biyolojik Belirleyiciler

Aslında şizofreni ve depresyon bir çizgi üzerinde yer alan iki tablodur. Bu çizgi, bir devamlılık çizgisidir. Semptom hiyerarşisinde görüldüğü gibi çoğu psikiyatrik tabloda semptomlar içiçe geçmiştir. Klinik tablodaki bu beraberlikler, biyolojik temelede yansımaktadır. Şizofreni ve depresyon arasında biyolojik belirleyiciler yönünden var olan benzerlik ve ayrılıklar şöyle sıralanabilir (Tablo 1).

 

Tablo 1 :Şizofreni ve afektif bozukluklardaki biyolojik belirleyiciler

 

Şizofreni Afektif Hastalık Monoamin metabolizması

MAO Aktivitesi Azalmış Azalmış

HVA Beyin atrofililerde Depresyonda BOS’ta BOS’ta azalma azalma

MHPG Fark yok Azalmış

NA Artmış Bilinmiyor

Feniletilamin Artmış Artmış

Serotonin Artmış Azalmış (Depresyonda)

5-HIAA Beyin atrofisi intihar olgularında olanlarda BOS’ta belirgin olmak üzere azaldığını gösteren azalma bir çalışma var

Reseptörler

DA Artmış Bilinmiyor

a2 Artmış Artmış

§ Bilinmiyor Artmış

Kolinerjik Aktivite REM latensinde REM latensinde azalma azalma

Membran transportu

Li transportu Bilinmiyor Anormal

Fosfolipid oranı Anormal Bilinmiyor

Beyin Morfolojisi

Lateral Ventrikül Geniş Artmış Artmış

Temporal Lob Hacmi Artmış Artmış

3. Ventrikül genişliği Artmış Bilinmiyor.

Sarkaçvari göz hareketleri Anormal Anormal

Kromozomal Anormallikler Artmış XXY Artmış XXY

RFLP (Restriction fragment

length polymorphisms)

Kromozom 5q 1 pozitif 1 pozitif çalışma var çalışma var.

Kromozom 11p Çalışma yok 1 pozitif çalışma var

Sex kromozomu Xq Çalışma yok 2 pozitif çalışma var.

 

Bu tablodan da görüldüğü gibi şizofren ve depresif hastalar arasında biyolojik belirleyiciler arasında benzerlik ve ayrılıklar vardır. Bu durum, iki tablonun devamlılık çizgisi üzerinde aynı düzlemde fakat ayrı noktalarda durduğunu gösterir dolaylı bir kanıttır.

Tablodaki bulgulara ek olarak kısaca şu noktalara temas etmek yerinde olacaktır.

MAO aktivitesi şizofrenide önemli bir rol üstlenebilir. Çünkü DA’nin yıkımından sorumlu bir enzimdir. MAO aktivitesinin düşmesi DA nin artışına neden olabilir. Afektif hastalarda özellikle bipolar tipte trombosit MAO aktivitesinde bir azalma gösterilmiştir. Depresif hastalarda da trombosit MAO aktivitesinin yükseldiği bildirilmektedir. Trombosit MAO aktivitesi düşük olan hastaların ailelerinde alkolizm ve nörotik depresyon görülme şansı da yüksektir.

Organizmadaki MAO aktivitesi genetik kontrol altındadır. Bu kontrol X’e bağlı bir geçiş gösterir. Ancak ikizler üzerinde yapılan bir çalışma bu konudaki fikirlerimizi biraz değiştirmiştir. Şizofreni yönünden diskordan olan monozigot ikizlerin genetik yapıları aynı olduğu halde trombosit MAO aktiviteleri farklı bulunmuştur. Bu durumda çevresel etkenlerin MAO aktivitesini değiştirdiği öngörüsünde bulunabiliriz.

Şizofren hastalardaki depresyon tedavisinde ne gibi bir yöntem uygulanmalıdır?

Öncelikle nöroleptiklerin, antidepresiflerle birlikte uygulanmasının, antidepresiflerin kan düzeyini arttırdığını bilmek gerekir. Bunun nedeni KC deki enzim inhibisyonudur (Siris 1982).

Öte yandan hem antidepresiflerin hem de nöroleptiklerin antikolinerjik etkileri vardır. Bu nedenle antikolinerjik etkileri yüksek (örneğin amiptriptilin ve klorpromazin) bir antidepresif ile bir nöroleptiğin kombine edilmesi yan etkilerin artmasına neden olur. Bunun yerine amitriptilin ile antikolinerjik etkisi düşük tiyotiksen kombinasyonu daha uygun olacaktır.

Bazı araştırıcılar, postpsikotik depresyon gelişme olasılığına karşı bazı hastalara psikoz tedavisi sırasında koruyucu atnidepresif tedavide uygulamışlardır. Sonuçların olumlu olmasına rağmen, bu uygulamanın psikozun alvelenmesine yol açacağı, ya da psikozun tedavisini güçleştireceğide düşünülmelidir.

İlginç bir noktada, MAO inhibitörlerinin şizofreni tedavisinde olumlu sonuç verdiğine ilişkin yayınlarıdır (De Lisi 1990). Bu yayınların güvenilirliği düşük olmakla birlikte, eğer böyle bir uygulamanın başarı şansı varsa, bunun özellikle depresyon ile birlikte görülen şizofreninin tedavisinde etkili olacağı akla gelmelidir.

Dopamin reseptörleriyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, hem şizofren hem de afektif bozukluğu olan hastalarda DA reseptörlerinde artma saptanmıştır. Artan reseptör tipi D2 tipindeki reseptörlerdir. Ancak D2 reseptörlerinin artışı, nöroleptik etkisine de bağlı olabilir. Bu hastalarda periferik lenfositlere spiperon bağlanması da artar (De Lisi 1990).

Adrenerjik reseptörler açısında bakıldığında, a2 ve § reseptörlerin hem şizofren, hem de afektif hastalarda çelişkili sonuçlar verdiği görülmüştür. Periferdeki membranlarda bu reseptörlerin dansitesi genetik kontrol altındadır. Bu reseptörlerdeki değişme genetik olarak belirlendiğine göre, bu tür kişilerin en azından hastalığa duyarlı olduğunu söyleyebiliriz (De Lisi 1990).

Kolinerjik reseptörleri değerlendirdiğimizde öncelikle REM uykusuna bakmamız gerekir. Çünkü REM uykusunun başlaması kolinerjik kontrol altındadır. Depresiflerde REM uykusu erkene çekilir. Yani REM latensi kısalır. Şizofren hastalarda da REM uykusunun miktarı değişiklikler gösterir. Bazı çalışmalarda, artmış, diğer bazılarında da azalmış REM uykusu olduğu görülür. Ayrıca afektif hastalarda ve onların akrabalarında muskarinik reseptör sayısında artış olduğu gözlenmiştir. İntihar olgularında da özellikle frontal bölgelerde artmış sayıda muskarinik reseptör vardır (De Lisi 1990).

Eritrosit membranındaki yapısal anormalliklerle ilgili olarakta çalışılmıştır. Membran fosfolipid yapısındaki değişmenin şizofreniye duyarlılığı arttırdığı gösterilmiştir. Ancak bu duyarlılık afektif hastalarda gösterilememiştir (De Lisi 1990).

Psikiyatrik hastaların içinde kahve, çay ve sigara kullanımını aşırı boyutlardadır. Bu hastalar günde 20-25 bardak çay veya kahve içebildikleri gibi 2-3 pakette sigara tüketebilmektedirler. Şizofreni hastalarındaki tütün tüketimi diğer psikiyatrik hastalarla oranlandığında oldukça yüksek oranlarda karşımıza çıkmaktadır.Çünkü nikotin, nöroleptiklere bağlı EPS belirtilerini azaltmaktadır. Bazı araştırıcılar artmış sigara içiminin nöroleptik tedavisi ile bağlantılı olduğu hipotezini oluşturmuşlardır. Şizofreni hastaları yüksek nikotin oranlı sigaraları özellikle seçerler ve nikotini daha fazla almak için sigarayı içlerine daha fazla çekerler. Nikotin beyindeki pekçok reseptör bölgesini etkiler.MSS’indeki nikotinik reseptör subünitleri ( alfa2,3,4; beta2,3,4) nikotin ile aktive edilebilen yüksek affiniteli reseptörlerdir.Diğer subünitler, özellikle alfa7, nikotine daha az duyarlılık gösterir.Şizofren olmayan pekçok sigara içicisi nikotini yüksek affiniteli reseptörleri uyarmak için kullanır. Bu uyarı GABA ve dopamin salınımını kolaylaştırır. Böylece tek bir sigara içimi ile oluşan yüksek affiniteli reseptörlerin aktivasyonu anksiyetenin azalmasına ve duygudurumun yükselmesine neden olabilir. Şizofreni hastalarının ağır nikotinli sigaralar kullanmaları sonucunda alınan yüksek doz nikotin, yüksek affiniteli reseptörlere ek olarak düşük affiniteli alfa7 reseptörlerine olan hedefi göstermektedir.

Hastaların bu alışkanlıkları karaciğer enzimlerinde hiperaktivasyona neden olarak nöroleptiklerin ya da antidepresiflerin dozunu düşürebilir. Hastaların “sokak”tan bazı uyarıcı v.b. maddeleri almalarıda kolay engellenebilir bir durum değildir. Amfetamin ve kokain psikotik semptomları kolaylıkla arttırabilir. O nedenle buna karşı önlem alınması önemlidir.

Sonuç olarak şizofreni ve depresyon klinik olarak farklı antiteler olmakla birlikte bazı biyolojik parametrelerde ortak özellikler gösterebilmek-tedirler. Bu ortaklık, şizofren hastalarda depresif semptomların görül-mesinin altındaki neden olabilir mi ? Yani şizofreniye duyarlı bir kişinin, depresyona karşı da biyolojik bir duyarlılığı varmıdır ? Önümüzdeki dönemde yapılacak çalışmalar bu konuyu daha da netleştirecektir.