Genel Klinik Bilgi – Şizofreni – Geç Başlangıçlı Şizofreni

Şizofreniyi erken ve geç başlangıçlı olmak üzere ikiye ayıran araştırıcılar vardır. Bu ayrım Bleuler’e kadar gider. Bleuler’e göre 40 yaşından sonra başlayan şizofrenide düşünce bozuklukları ve afektif küntlük daha az görülmektedir.

1960’lı yıllardan sonra da bir grup araştırıcı geç başlangıçlı şizofren hastaları geç parafreni olarak tariflemişlerdir. Bunlara göre geç parafrenide düşünce sokulması ve sosyal çekilme seyrek olarak ortaya çıkar.

Geç başlangıçlı şizofrenide en önemli sorun, organik etyolojinin dışlanabilmesidir. Bu olgular dışlandığında geride kalan fonksiyonel geç başlangıçlı şizofrenlerin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir (Castle 1992).

a) Sanrıların içeriği ve şiddeti : Sanrılar fantastik fakat sistematik bir özellik gösterir. İçerik başta perseküsyon sanrıları olmak üzere genellikle paranoid niteliktedir. Ancak hipokondriyak, egzotik ve grandiyöz içerikli sanrılarda seyrek değildir. Erken başlangıçlı şizofreni genç yaştaki bir kişide %70 oranında değişik türden sanrılar ortaya çıkartır. Ancak zaman geçer, kişi yaşlanırsa sanrıların görülme oranı %100 olur. Buna karşılık geç başlangıçlı şizofrenide ilk ortaya çıktığında sanrı görülme oranı %98 dir. Bu durum, geç başlangıçlı şizofrenide sanrı görülme oranının, erken başlangıçlıya göre daha yüksek olduğunu düşündürür.

b) Hallusinasyonların niteliği : Geç başlangıçlı şizofrenide hallusinasyonlar daha çeşitlidir. Erken başlangıçlı şizofreniye göre çok farklı modalitelerde (işitsel, görsel, tatsal, dokunsal v.b.) olabilir. Ayrıca hallusinasyonların görülme yüzdeside geç başlangıçlı şizofrenide yüksektir.

c) Düşünce bozukluğu : Bu hastalarda düşünce bozukluğunun daha az görüldüğü ortak kanıdır. Bazı araştırıcılara göre geç başlangıçlı şizofrenide, düşünce bozukluğu %5.6, bazılarına görede %30’dur (Erken başlangıçlı olgularda aynı oran %50 civarındadır). Varyans analizlerinin gösterdiğine göre şizofreninin başlangıç yaşı yükseldikçe düşünce bozukluğu da azalma gösterir.

d) Negatif Semptomlar : Aslında şizofrenlerde genel olarak negatif semptomlar sanıldığından daha yüksektir. Ancak pozitif semptomların ağırlığı altında negatif semptomlar farkedilmez olur. Andreasen (1990) yalnızca pozitif semptom gösteren hastaların %15.5, yalnızca negatif semptom gösterenlerin %8.2 oranında bulunduğunu bildirmiştir. Buna karşılık hem pozitif hem negatif semptomları birarada gösteren olguların (mikst) oranı %76.3 dür.

Geç başlangıçlı şizofreniyi karakterize eden en önemli nokta negatif semptomlardan afektif küntleşmenin çok seyrek görülmesidir (%7.4). Erken başlangıçlı olgularda bu oran %22.7’dir

e) Afektif Semptomlar : Geç başlangıçlı şizofrenide afektif semptomlar ön plandadır. Hatta bu olguların zaman zaman “atipik”, “şizoafektif” ve “sikloid” psikoz olgularıyla karıştırıldığı da olur. Çünkü bu tür psikozlarda da afektif semptomatoloji ön plandadır. Geç başlangıçlı şizofrenide depresyon semptomatolojisinin %60 oranında ortaya çıktığı bildirilmektedir. Görüldüğü gibi bu yüksek bir orandır ve kimi zaman geç başlangıçlı şizofreninin afektif hastalığın bir varyantı olarak değerlendirilmesine neden olur.

Geç başlangıçlı şizofren hastalarda genetik bir yük varmıdır ? Bu soruya genel olarak şöyle cevap verilebilir : Erken başlangıçlı şizofreniye göre daha az bir genetik yük taşır”. Çünkü şizofreninin başlama yaşı arttıkça genetik belirleyicilikte azalır. Bu konuda yapılan çalışmalar şöyle özetlenebilir (Castle, 1992). Başlangıcı 40 yaşından yukarıda olan hastaların bütün akrabalarında şizofreni riski 1/5 dir. Başlangıcı 45 yaşından daha yüksek olan şizofrenlerin bütün akrabalarında şizofreni riski 1/6, başlangıcı 50 yaşından yüksek olanlarda ise risk 1/9 dur. Daha ayrıntılı bir değerlendirme yapacak olursak karşımıza şu tablo çıkmaktadır. 40 yaşından sonra şizofreni başlayan olguların çocuklarında şizofreni riski %9.8, anne ve babalarında ise %4.4 dür. Buna karşılık 65 yaşından sonra şizofreni başlayan olgulardaki oranlar sırasıyla %2.3 ve %3.3 dür. Görüldüğü gibi başlangıç yaşı arttıkça akrabalardaki şizofreni riski düşmektedir.

Geç başlangıçlı şizofrenide cinsiyet farkı da vardır. Erkek hastalarda şizofreni her zaman daha genç yaşta ortaya çıkar. Şizofreninin 35 yaşından önce başladığı olgularda erkeklerin oranı kadınlara göre her zaman daha yüksektir. 35 yaşından sonra şizofreninin başladığı olgularda ise kadınların oranı daha yüksektir. Hele 55 yaşından sonra başlayan olgularda bu oran kadınların lehine iyice yükselmektedir. Kadınları erken dönemde şizofreniye karşı koruyan bazı faktörler (östrojen gibi) vardır. Artan yaşla birlikte bu faktörler giderek azalır. Çok ileri yaşlarda (>75) başlayan şizofrenlerde kadın-erkek oranı 6/1 dir.

Bu hastaların premorbid kişiliklerinde hostil, şüpheci ve güvensiz oldukları fakat özellikle akademik alanlarda başarılı oldukları gözlenmiştir. Bu hastalardan, erken başlangıçlı olanlarda sıkça görülen zayıf sosyal uyum ve şizotipal kişilik özellikleri sık görülmez.

Bir grup hastada ise (özellikle paranoid olanlarda) sıklıkla işitme kaybı, daha az oranda da görmede azalma, ya da kayıp (katarakta bağlı) olduğu görülür.

Bu hastalarda, beyin görüntüleme teknikleri ile özellikle beyaz cevherde tam spesifiye edilemeyen birtakım değişiklikler olduğu bildirilmiştir. Ayrıca lateral ventrikül genişliğinin normallere göre daha fazla olduğu bildirilmiştir. Bir çalışmada da; bu hastaların daha küçük amigdal, sol süperior temporal girus ve entorinal kortekse sahip oldukları gösterilmiştir. Belki de bu beyin anormallikleri hastalık ortaya çıkmadan öncede vardır ve hastaların premorbid kişiliklerinde şüpheci ve hostil hale gelmelerinden bu beyin anormalliği sorumludur. Başlangıçtan beri varolan anormallik hem beyaz cevherde değişiklikler yaratmakta hem de giderek ventriküllerin genişlemesine neden olmakta, geç yaştada hastalığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu değerlendirme henüz spekülasyon olmaktan öteye gidememektedir.

Tedavi : Hastaların yaklaşık olarak yarısı nöroleptiklere tam ya da kısmi bir cevap verirler. Ancak genel olarak bu hastaların nöroleptiklere karşı artmış bir yan etki gösterdikleri bilinmektedir.

Düşünce bozukluğu ve şizoid premorbid kişiliği olanların nöroleptik tedavisine daha zayıf cevap verdiği görülür. Buna karşılık Schneider’in birinci sıra semptomları ve ailesel yüklülük tedaviye cevabı etkilememektedir.

Tedaviye pozitif cevap, daha çok afektif semptomların ön planda olduğu, hallusinasyonların yoğun olduğu hastalarda görülür. BT’de anormallik gösterenlerle, paranoid olguların nöroleptik tedavisine zayıf cevap verdikleri anlaşılmıştır.

Şehirleşme, Endüstriyel Yapı ve Göç : Şizofreninin göçmen kişiler arasında sık görüldüğüne dair yayınlar vardır. Göçmenlerin hem göçtükten sonra yaşadıkları ülke insanlarına hem de göçmeden önce yaşadıkları ülkenin insanlarına göre daha yüksek şiddette şizofreni insidansı gösterdikleri farkedilmiştir. Ancak göçün üzerinden geçen zaman yaşanan kültürel şok açısından önemlidir. Eğer göçün üzerinden uzun süre geçmişse kültürel şokun etkisi yavaşlamıştır, azalmıştır. Bu durumda hastalığa duyarlılıkta azalır. Aksi durumda ise duyarlılık artar. Ancak bu tür çalışmaları yapmak çok zordur. Çünkü araya pekçok değişken girmektedir.

Şizofreni insidansı şehirlerde ve endüstriyel bölgelerde köylere göre daha yüksektir. Çünkü şehirlerde hızlı bir değişim ve sosyal düzensizlik baş gösterir. Köylerse sosyal olarak stabil, kişilerarası entegrasyonu ve spontan destek sistemi güçlü bölgelerdir. Yine endüstrileşmiş ülke ve bölgelerde insidans yüksektir. Ama bunun gerçek nedeni bilinememektedir. Belki bu durum, bu ülkelerde; az gelişmiş ülkelerde görülen spontan destek sisteminin ortadan kalkması ve yerine yenisinin kurulamaması ile ilgilidir.

Spontan destek sistemi; toplumda kişinin kendiliğinden ve geleneksel bir örgütlenme ile desteklenmesine verilen isimdir. Örneğin, köylerde nöbet usulüyle yardıma muhtaç kişilerin beslenmesi, giydirilmesi, geniş aile içinde büyükanne ve büyükbabanın torunlarını büyütmeleri yetiştirmeleri v.b.

Belki de endüstrileşmiş ülkelerde bebek ölüm hızının düşük olması en zayıf çocukların yaşama şansı bulmalarına neden olur. Bu çocuklar daha sonraları şizofreniye duyarlı kişiler olarak karşımıza çıkabilir. O nedenle bu ülkelerde insidans yükselmiş gibi görünebilir. Sonuç olarak bir ülkenin ya da şehrin endüstriyel, sosyal ya da geniş anlamıyla ekolojik yapısı şizofreni prevalansı açısından önem taşır.