Genel Klinik Bilgi – Duygudurum Bozuklukları – Uyku ve Tedavide Kullanımı

Genel olarak klinikte gözlenen depresif hastaların %80’i uyku azalmasından şikayet ederler. Bu azalma ya uykuya geç dalmak ya da erken uyanmak veya gece sık sık uyanma nedeniyle uykunun bölünmesi şeklinde olur. %15 civarındaki depresif hasta ise aşırı uykudan yakınır. Uykunun delta dalgasının olduğu 3. ve 4. devreleri de depresif hastalarda azalma gösterir. Bilindiği gibi 3. ve 4. dönem uyku NREM yani, hızlı göz hareketlerinin olmadığı devrede gerçekleşir. Delta uykusundaki azalma bütün gece boyunca devam eder ama en çok birinci NREM döneminde görülür. İkinci olarak depresif hastalarda REM yani, hızlı göz hareketlerinin olduğu devrelerinin öne geldiği ve REM latensinin denilen bu dönemin kısaldığın görülmektedir. Bununla beraber uykunun ilk saatlerindeki REM devreleri normallere göre uzamakta, uykunun son saatlerinde REM devreleri kısalmaktadır. Bu arada depresif hastalarda REM yoğunluğu artmaktadır. REM yoğunluğu, birim zamandaki hızlı göz hareketlerinin sayısıdır. Bazı çalışmalarda depresyondaki REM değişikliklerinin sadece hastaların bir grubuna ait olduğunu bildirilmiştir. Örneğin Duncan (1979) ilk REM dönemindeki uzamanın yalnızca UP hastalarda görüldüğünü, BP hastaların ise böyle bir değişiklik göstermediğini bildirmiştir. Bazen normal kişiler de kısalmış REM latensi gösterirler. Yine bazı depresifler depresyondan çıktıkları halde kısalmış REM latensi ve artmış REM yoğunluğu göstermeye devam ederler. Bilindiği gibi depresyonda bazen ‘REM deprivasyonu’ tedavisi uygulanmaktadır. Bu tedaviye cevap verecek hastalar, vermeyecek hastalara göre artmış ‘geç REM yüzdesi’ gösterirler. Geç REM yüzdesi gecenin sonuna doğru olan REM’in bütün REM’e oranıdır. Gerçi REM deprivasyonu uygulanan hastaların tamamı önünde sonunda bu yüzdede bir artış gösterirler ancak tedaviye cevap verecek hastalar bunu çok daha önceden gösterirler ( Vogel 1980 )

Yine de REM ve daha genel olarak uyku ile ilgili saptanan pekçok durum depresyon için spesifik ve tanımlayıcı kabul edilemez. Fakat belki DST gibi diğer biyolojik değişkenlerle birlikte alındığında bu hale gelebilir. Öte yandan normalde gece, uykuyla birlikte vücut ısısının düşmesi gerekirken, depresif hastalarda bu düşüşün gerçekleşmediği fark edilmiştir. Hasta depresyondan çıktıktan sonra da bu durum düzelmektedir. Diğer taraftan vücut ısısı yüksek kişilerde REM latensinin de kısaldığı bulunmuştur. Yani vücut ısısı ile REM latensi arasında negatif korelasyon vardır. Kortizol hipersekresyonuyla REM latensinin kısalması arasında da bağlantı bulunmuştur. Kortizol hipersekresyonu olan hastalarda olmayanlara göre daha kısa REM latensine rastlanmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki depresif hastalarda; REM latensini, vücut ısısının regülasyonunu, kortizol hipersekresyonunu dengeleyen bir mekanizma, belki hepsi için de ortak olan bir mekanizma “raydan çıkmaktadır”. Sonuçta ortaya bütün bu bozuklukların birdenbire başlayıverdiği bir durum ortaya çıkmaktadır.

Uyku çalışmalarında, uykudaki değişikliklere paralel olarak meydana gelen nöroendokrin değişikliklerin incelenmesi de önemli bir adım olmuştur. Bilindiği gibi prolaktin, kortizol, büyüme hormonu, testosteron başta olmak üzere pek çok hormon farklı bireylerde birbirine paralel zamana bağlı dalgalanma gösterirler. Uykunun kendisi de bir biyolojik ritimdir. Belki uyku olmasaydı bu hormonların günlük değişimi gece saatlerinde daha değişik olacaktı. Ama uyku araya girdiği için, uykunun hormonlar üzerindeki doğrudan etkileri nedeniyle bu durum değişikliğe uğramaktadır. Uykunun bu etkisine ” maskeleyici etki ” denir. Örneğin uykunun büyüme hormonu üzerindeki etkisi maksimum, fakat kortizol üzerindeki etkisi minimumdur. Uykunun, büyüme hormonu, prolaktin ve testosteron üzerindeki etkisi uyarıcı, kortizol ve tirotropin üzerindeki maskeleyici etkisi ise inhibe edici niteliktedir. Dikkat edilirse ilk hormonlar anabolik, ikinciler katabolik özelliktedirler. Büyüme hormonu sekresyonu uykunun ilk NREM periyodu ile birlikte artar. Aslında büyüme hormonunun gece normalde var olan sekresyon doruğu da (peak) uykunun hemen başlamasından önceki döneme denk gelir. Uykuda büyüme hormonu sekresyonu ilk yavaş dalga aktivitesinin (delta) başladığı dönemde olur. Yani delta aktivitesi ile büyüme hormonu sekresyonu arasında pozitif bir korelasyon vardır. Ancak bu korelasyon yalnızca erkeklerde tesbit edilebilmiştir. (Kupfer 1988) Kortizol ile delta dalga aktivitesi arasında da ters bir ilişki bulunduğu ancak bunun o kadar belirgin olmadığı bildirilmiştir. Gerçekte kortizol ve büyüme hormonu arasında da ters bir ilişki vardır.

Depresyonda özellikle REM periyodunda ve bütün uykuda meydana gelen değişiklikleri açıklamak için tutarlı bir hipotez ileriye sürülmüştür. Borbely hipotezi olarak bilinen bu yaklaşıma göre, uyku regülasyonunda yer alan iki süreç vardır. Bunlardan ilki uykuya bağımlı süreç olan ‘C’ süreci, diğeri yavaş dalga aktivitesi ile bağlantılı ‘S’ sürecidir. Depresyonda meydana gelen uyku değişikliklerinin tamamı süreç S’nin bu hastalarda oluşturulamamasından kaynaklanmaktadır. Depresif hastalardaki bu süreç S defekti, uykunun başlama ve sürdürülmesiyle yavaş dalga aktivitesinin azalması ve REM periyodlarının öne çekilmesi gibi değişimlerden sorumludur. Yalnızca gece uykusunda değil, depresif gündüz uykularında dahi REM dönemlerinde bu tür değişiklikler bulunduğu bildirilmiştir. Eğer kişide REM deprivasyonu yapılırsa süreç S de bir düzelme meydana gelmekte, buna bağlı olarak uyku düzelmektedir. Yani duygudurumumuz bir yerde süreç S’inde etkisi altındadır. Depresyonun düzelmesi ve hastanın stabil kalmasını sağlamak için bir şekilde NREM uykusunu kuvvetlendirmek durumundayız. Bilindiği gibi delta yavaş dalga aktivitesi NREM uykusunun 3. ve 4. devrelerinde ortaya çıkar. Delta dalga aktivitesinin bulunduğu bu devreler süreç S’nin kurulmasını sağlarlar. Süreç S ile olan bağlantısı nedeniyle NREM uykusunun kuvvetlendirilmesi depresyon tedavisinin önemli bir aşamasını oluşturur. Gerçekten de eğer depresif hastaların bir kısmı uyku deprivasyonuna artmış yavaş-dalga aktivitesi ile cevap verirlerse, bu durumda bu hastaların tedaviye cevabı olumlu olacak demektir. Eğer yavaş- dalga aktivitesinde artış meydana gelmezse bu hastaların uyku depresyon tedavisine cevabı olumsuz olacaktır. Ayrıca düzelmedeki hastaların eğer yavaş-dalga aktiviteleri azalmaya başladıysa, bunların yakın bir zamanda tazeleme göstermeleri muhtemeldir. Uyku deprivasyonunun dışındaki başka tedavi şekillerinin de yavaş dalga aktivitesi üzerinde bu hipotezi destekleyici etkileri vardır. Örneğin bilişsel terapideki hastalar depresyondan çıktıktan sonra yavaş dalga aktivitesini arttırırlar. ECT ve ilaçlarla ilgili elde çok veri yoktur.

Bazı araştırıcılar büyüme hormonu salan faktör (GRF) ‘ün serebral ventriküller içine sekresyonunu takiben EEG değişiklikleri, özellikle de yavaş dalga aktivitesi değişiklikleri olduğunu fark ettiler. Muhtemelen yavaş dalga aktivitesi GRF aktivitesi ile paraleldir veya doğrudan onun tarafından belirlenmektedir. Süreç S gündüz saatlerinde oluşturulur. Muhtemelen gündüz saatlerinde salınan GRF süreç S’nin oluşumuna katkıda bulunmakta, süreç S de bir kez oluştuktan sonra gece meydana gelen, GRF de dahil nöroendokrin aktivite ve uyku paternini ayarlamaktadır. Ancak muhtemelen burada GRF tek başına davranmamakta C süreci ve REM aktivitesini belirleyen CRF ile ortak davranmaktadır. CRF/GRF oranı süreç S’yi belirliyor olabilir.
Uykunun Engellenmesi Yoluyla Tedavi

Uykunun engellenmesinin (deprivasyon) bir tedavi modalitesi olarak ortaya atılması 1960’ların ortalarına rastlamaktaysa da ayrıntılı araştırmalar ancak 1970lerin başlarında yapılmıştır. İlk kez 1966’da Schulte tarafindan rapor edilmiştir. O tarihten günümüze kadar bu konuda dünyanın pekçok yerinde hem uygulama artmış, hem de pek çok olgu bildiriminde bulunulmuştur.