Genel Klinik Bilgi – Duygudurum Bozuklukları – Tedavi

Henüz elimizde ülkemizdeki duruma ilişkin verilerimiz olmadığı için sık sık verilerinden alıntı yaptığımız ABD’de, 1985 yılında duygudurum bozukluklarının topluma maliyeti yaklaşık olarak 20.8 milyar dolar iken, bu miktar 1991’de 45 milyar dolara kadar çıkmıştır. Bunun 7 milyarını ayaktan ya da yatırarak hasta tedavisindeki doğrudan harcamalarla adli psikiyatrideki dolaylı harcamaların, 38 milyar dolarını da üretkenlik kaybı, hastanede ömür boyu yatış, intihar eylemlerinin sonuçları ve hasta ailelerinin bakım masraflarının oluşturduğu bildirilmiştir. Diğer bir deyişle, duygudurum bozukluğunun tedavisi için hesaplanan, tüm psikiyatrik hastalıklar için yapılan harcamaların yaklaşık % 20’sini oluşturan 7 milyar doların etkin biçimde harcanması demek, 38 milyar dolar tasarruf edilebilmesi anlamına gelmektedir. Bu hesabı belki biraz daha küçük bir ölçekte ülkemiz koşullarına da uyarlayabilmek mümkündür. Her ne kadar, hastalığın neden olduğu üretkenlik kaybının boyutlarını bilmiyorsak da, ömür boyu hastanede yatışın maliyetini, ülkemizdeki ruh sağlığı hastanelerinde çalışan meslektaşlarımız yakından bilmektedirler. Ruh sağlığı hastaneleri yöneticileri her zaman yönetim politikalarını hastanın toplumda tedavisi üzerine yapmakta ve bunun uğraşını vermektedirler. Doğal olarak şizofreni gibi kronik seyirli ve yeti yitimiyle giden hastalıklar için konu çok daha öncelikli ve üzerinde çokça tartışılması gereken nitelik taşımaktadır. Neyse ki, ömür boyu hastalık ve ömür boyu hastanede yatış kavramları tartışıldığında duygudurum bozukluğu ilk ele alınması gereken gruplardan biri değildir. O halde, duygudurum bozukluğunun kronikleşmeden tedavi edilmesinin, koruyucu yaklaşımın ve hastaların bu alandaki eğitiminin ne kadar önemli olduğu açıktır. Üstelik tedaviye yanıt bağlamında değerlendirildiğinde de, duygudurum bozukluklarının psikiyatrinin en yüz güldürücü sonuçlarının alındığı hastalıkları olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle psikofarmakolojide baş döndürücü hızla gerçekleşen gelişmeler, klinik tablodaki ağırlığa nazaran, çok dramatik iyileşme özelliği gösteren duygudurum bozukluklarını bu alanın en önde hastalık grubu haline getirmiştir. Bu grup içinde de BP bozukluk, gerek kesitsel anlamda, gerekse uzunlamasına değerlendirmede en iyi sonuçların alındığı tanı sınıfı olmuş, Goodwin’in tanımlamasıyla bu filonun ‘amiral gemisi’ haline gelmiştir. 1960’larda başlayan ve 1980’ler sonrasında tepe noktasına ulaşan antidepresif tedavi etkinliği, gerek peş peşe geliştirilen antipsikotikler, gerekse duygudurum dengeleyicilerle BP bozukluk tedavisinde hayat kurtarıcı düzeylere ulaşmıştır. Tüm bunların yanı sıra halâ etkinlik ve öneminden hiçbir şey yitirmemiş olan EKT ve ona yeni katılan Transkranyal Manyetik Stimülasyon (TMS) yanında ışık tedavisi, duygudurum bozukluklarını psikiyatrinin tedavi açısından da en zengin erime sahip hastalıklarından biri kılmaktadır. Bu kitabın adı ‘Biyolojik Psikiyatri’ olduğu için tedavide bu sayılan araçlar doğal olarak öncelikle anılmaktadır. Hem UP hem de BP hastalığın tedavisi içinde bütün bu ilaç tedavilerinin yanı sıra psikoterapinin de önemli bir yeri olduğu inkar edilemez. Özellikle hastanın hastalığını tanıması ve onunla mücadele etmesi açısından ‘eğitici ve destekleyici terapi’nin önemi son derece büyüktür ve bize göre ilaç tedavisinden bile önceliklidir.

Psikiyatri, tüm tıp uygulamalarında olduğu gibi, pek çok “potansiyel terapi” yöntemlerini içerir. Bunlar arasında belki de hiçbir tıp dalında bulunmayan tarzda üç farklı tip tedavi yönteminden söz edilebilir. Bunlardan ilaç tedavisi ve psikoterapi elbette ilk akla gelenlerdir. Tek bir başlık altına alınması zor olsa da, somatik tedaviler olarak adlandırılabilecek tedavileri de üçüncü bir tip olarak bunlara eklemek gerekir. Somatik tedaviler içinde Elektrokonvülsif Terapi (EKT) uzun ve özenli araştırmalara konu olmuş, üzerinde en çok konuşulan ve aslında kelimenin tam anlamıyla ‘somatik’ denilebilecek bir tedavi biçimidir. Diğer somatik tedaviler arasında EKT ile birlikte yer alan ve günümüzde artık bilimsel tedavi değeri olmayan ‘ateş tedavisi’, ‘insülin koma tedavisi’, ‘ıslak, soğuk çarşaflara sarma tedavisi’ ile ‘faradizasyon’dan söz etmeyeceğiz, ancak üzerinde epeyce ayrıntılı çalışmalar yapılmış olan, ve ‘non-invazif’ sayılabilecek ‘parlak ışık tedavisi’ni ve umut verici gibi görünen yeni tedavi yöntemleri olan ‘Transkranyal Manyetik Stimülasyon’u (TMS) ve ‘Vagal Sinir Stimülasyonunu’ (VNS) ayrıntılı biçimde ele almaya çalışacağız.