Gelecekte önemli olabilecek etiyolojik belirleyiciler içinde gelişimsel anomaliler de yer alır. Özellikle erken başlangıçlı şizofreni için gelişimsel anomalilerin bir risk faktörü olduğu bilinmektedir. Erken başlangıçlı UP bozukluğa kıyasla erken başlangıçlı BP hastalarda sinir gelişim bozukluğunu etiyolojide düşündürecek bazı ipuçları elde edilmiştir (Sigurdsson, 1999) Birçok çalışmada obstetrik komplikasyonların şizofreni için risk oluşturduğu bildirilmiş fakat bunların bipolar bozukluk için bir risk olup olmadığı üzerinde çok fazla çalışılmamıştır. Duygudurum bozukluğu olanların ailelerinde doğum komplikasyonu olasılığı daha fazladır (Kinney 1998). BP biyolojisini anlamaya yönelik gelişmelerde hangi alanların daha çok ümit vaat ettiğini öngörmek zor olmakla birlikte çok önemlidir. Hücre içi sinyal sisteminin araştırılmasının öneminin gittikçe artacağı ve nöronal devrelerin davranışlar ve nörotransmitterler ile bağlantılandırılması ölçüsünde yarar sağlayacağı öngörülebilir. Nörotransmitter etkinliği reseptör alt tipine yönelecektir. Örneğin 5-HIAA düzeyi daha şimdiden serotonerjik etkinliğin durumuna ilişkin bir gösterge olarak değerini kaybetmiştir, çünkü en az 17 tip 5-HT reseptörü tanımlanmıştır. Moleküler biyolojik çalışmalar her derde deva gibi görülmeye başlamıştır ancak, çevre ya da yetişmeyle bağlantılı olan genetik bilginin hücrelerde nasıl kodlandığına dair çalışmaların başarılı olmasına daha uzun yıllar var gibi durmaktadır. Şizofreni için söz konusu olan, hayvan modeli yokluğu burada da bir yöntem sorunu olarak önemini hala korumaktadır.
Erişkin beyin ağırlığının %25’ni oluşturan frontal lob, serebral hemisferlerin en geç oluşan bölümüdür. Frontal korteks anatomik olarak üçe ayrılır: 1) Primer motor korteks 2) Premotor korteks 3) Prefrontal Assosiasyon Korteksi. Serebral korteksin diğer bölgeler üzerinde yürütücü işlevi olduğu için son bölge limbik sistemin assosiasyon korteksi olarak kabul edilir. Prefrontal assosiasyon bölgesinin iki ana bölümü vardır. Dorsolateral ve Orbitofrontal korteksler. Prefontal korteks, insanda en yüksek entegrasyon işlemlerinin yapıldığı beyin bölgesidir. İnsan beyninin evriminde en önemli noktadır. İnsana ait ayırt edici tüm özellikler bu alanla ilişkilidir. Kısaca, frontal korteks iç dünyadan gelen dürtüler ile dış dünyanın sürekli değişen uyaranları arasında bir denge oluşturarak insan davranışını düzenler. Duyu alanlarla kurduğu bağlantılarla dış dünyadan gelenleri, subkortikal ve limbik yapılarla kurduğu karşılıklı bağlantılarla da iç dünyadan gelenleri algılar ve denetler. Frontal lob hasarında 1) Motor işlev değişiklikleri, 2) Kişilik değişiklikleri 3) Bilişsel değişiklikler olur. Orbitofrontal bölge yani Brodmann’ın 11. ve 12. bölge lezyonlarında, vurdumduymazlık, irritabilite, hiperaktivite, öfori; frontal konveksite tutulumlarında ise daha çok apati ve yavaşlama görülebilir. Bu iki farklı tablo duygudurum bozuklukları ile en çok karışan durumlardır. Orbitomedial sendromda duygulanım labilitesi belirgindir, duygudurumda ani değişiklikler ve karışık tablolar görülür. Öfori aralıklıdır, birlikte abuli, apati ve depresyon görülebilir. Orbitomedial sendromdaki davranışlar BP bozukluğa benzer. Duygulanımın sığlığı, silik nörolojik belirtilerin varlığı, döngüsel bir seyir olmaması ve aile öyküsü ile ayrılır. Frontal konveksite tutulumunda kayıtsızlık ve genel yavaşlama hali bulunur. Frontal lob işlevlerinin değerlendirilmesi, Luria, mental esneklik, Wisconsin Kart Eşleme Testi (WCST), digit span, verbal akıcılık, Stroop, Go-No Go ve Trail Making testleriyle yapılır. Prefrontal lob işlevlerini ölçmek için en kolay yöntem WCST’dir. Bilişsel esneklik ile ilişkilidir ve bilişsel seti değiştirme yetisi ölçülmektedir. Manik hastaların iyileşme döneminde de şizofren hastalara benzer bir WCST performansı saptanmıştır. Psikotik özellik göstermeyen duygudurum bozukluğu hastalarının kontroller kadar iyi performans gösterdiği, fakat, psikotik özellikler gösterenlerin şizofrenler kadar görsel motor alan ve dikkat alanında kötü performans gösterdiği bildirilmiştir.
Silik nörolojik işaretler de, yerleşmiş, kesin, açık ve özgül bir nörolojik lezyonu işaret etmeyen, fakat bütün olarak ele alındıklarında da organik bir etyopatojeneze işaret eden bulgulardır. Bunlara öğrenme güçlüğü, minimal beyin disfonksiyonu, şizofreni, duygudurum bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk gibi pek çok hastalık grubunda rastlanılır. Silik nörolojik işaretlere en çok şizofrenide rastlanıldığını bildiren çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Bunların, bilişsel test puanında düşme, kronikleşme ve düşünce bozukluğu ile ilişkisi gösterilmiştir. Nasrallah ve Gureje (1983,1988) gibi araştırmacılar şizofreni ve iki uçlu duygudurum bozukluğu arasında silik nörolojik işaretler açısından belirgin bir fark bulunmadığını bildirmişlerdir. 1996 tarihinde hastanemizde yapılan bir çalışmada bu iki hasta grubuna ve sağlıklı kontrollere NES uygulandığında, şizofren hastaların toplam puanının, diğer iki gruba göre anlamlı oranda yüksek, manik grubun NES değerlerinin kontrollere göre yüksek ancak istatistiksel olarak anlamlı bulunmadığı saptanmıştır.
Nöropsikoloji, beyin işlevleriyle davranışlarımız arasındaki ilişkileri araştırır. Daha önceleri belirli bölgelerdeki beyin lezyonlarının neden oldukları nörolojik hastalarla sınırlı olan bu alan günümüzde bilişsel süreçlerle ilgilenmektedir. Örneğin, amnezik bir hastada hangi bellek parçalarının bozulduğu, hangilerinin krounduğu gibi farklılıkların saptanması bu yolla olur. Nöropsikolojik testler psikiyatride: 1) beyin lezyonlarının tanımlanması, 2) bilişsel bozulmanın izlenmesi (monitorizasyonu) 3) belirtilerle nöroanatomik lokalizasyon arasında ilişkili kurulması amacıyla kullanılırlar. Nöropsikolojik testler, bilişsel ve davranışsal yetilerle ilgili işlevleri değerlendirirken, eşzamanlı yapılan işlevsel görüntüleme tetkikleriyle de beyin işlev bozukluğunun anatomik yeri belirlenir. Nöropsikolojinin en önemli katkısı, testteki ödevlerin yerine getirilmesi sırasında, kişinin davranışının nesnel olarak değerlendirilmesini sağlamaktır. Uygun bir şekilde uygulandığında bir test bireyin bilişsel ve davranışsal yetileri ile zayıflıklarını ortaya koyar. Psikiyatrik bozukluğu olan bir bireyin davranış ve bilişinin hangi alanlarında aksama olduğu nesnel olarak tanımlanır. Bilişsel bozulma ile seyir arasındaki paralellik pek çok araştırmacının da doğruladığı bir özelliktir.