Beyin görüntüleme tekniklerinin kullanımı ile duygudurum bozukluklarının patofizyolojisinin anlaşılması yolunda çok önemli adımlar atılmıştır. Beynin anahtar sayılabilecek bazı noktalarındaki küçük yapısal, işlevsel ve nörokimyasal değişiklikler duygudurumun dengelenmesinde rol oynamaktadır. Duygudurum bozukluğu olan hastalardaki beyin görüntüleme çalışmaları bu hastaların beyin işlevlerine ışık tutmakla birlikte şizofren hastalarda saptanan ventrikül genişlemeleri bulgusu kadar kesin ve tekrarlanabilmiş değildir. Bununla birlikte, yapısal beyin görüntüleme çalışmaları sonucunda, BP erkek hastalarda daha belirgin olmak üzere, cerebral ventriküllerde genişleme dikkat çekmiştir. Ventriküler genişleme UP hastalarda BP olanlara göre daha az yaygındır. MRI çalışmaları UP hastaların, sağlıklı kontrollere kıyasla daha küçük kaudat çekirdekleri ve daha küçük frontal lobları bulunduğunu vurgulamıştır. Yine sağlıklı kontrol örneklerine kıyasla MR çalışmalarında, BP hastaların belirgin olarak artmış beyaz cevher lezyonları olduğu bildirilmiştir. Duygudurum bozukluklarında SPECT veya PET ile yapılan beyin kan akımı çalışmaları serebral korteksin ve belirgin olarak da frontal bölgenin kan akımında azalmadan söz etmektedir. Tam tersine bir çalışmada da UP hastalarda artmış beyin kan akımından söz edilmiştir. Bu artışın daha çok kortekste, bazal ganglionlarda, medial talamusta ve duruma bağlı olarak amigdalada olduğu iddia edilmiştir. BP hastaların MRS bulguları, bu hastalığın fizyopatolojisinde membran fosfolipid metabolizması anomalisi bulunabileceğine dair kanıtlar ortaya koymuştur. Aşağıda hem beynin görüntülenmesinde kullanılan yöntemlere ilişkin kısa teknik açıklamalar hem de bu tekniklerle elde edilen bulgular özetlenmiştir.
Beyin görüntüleme yöntemlerini a) yapısal, b) işlevsel c) metabolik olmak üzere üç ana grupta sınıflandırmak mümkündür. Birçok yayında işlevsel ve metabolik görüntüleme yöntemleri bir arada ele alınmışlarsa da, özellikle metabolik yöntemdeki hızlı gelişmeler ve bu yöntemle psikiyatride elde edilen sonuçların önemi, metabolik yöntemin ayrı bir grupta sınıflandırılmasının uygun olacağını göstermektedir. Beyin yapısını görüntülemek için kullanılan iki temel teknikten biri Bilgisayarlı Tomografi (BT), diğeri Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI)’dir. Bunların dışında, Tek foton yayılım bilgisayarlı tomografisi (SPECT-BT) , Pozitron yayılım tomografisi (PET), Manyetik rezonans spektroskopi (MRS) ve İşlevsel MRI (fMRI) ise beynin fizyolojik , biyokimyasal ve metabolik işlevlerinin anlaşılmasını sağlar. Bu tekniklerin en eskisi BT’dir ve 70’li yıllarda klinik kullanıma girmiştir. Bunu 10 yıllık aralarla MRI, SPECT ve PET üçlüsü ile sonraları MRS ve fMRI izler. Çok da fazla biyolojik belirleyiciye sahip olmayan psikiyatri için bu teknikler, araştırmanın önünü açan ve klinikte özellikle ayırıcı tanıda vazgeçilmez nitelikte olan araçlardır. Kısaca bu teknikler sayesinde psikiyatri gerçek anlamda bir beyin bilimi olma yolunda önemli bir adım atmıştır. Beyin görüntülemenin temel ilkesi, beyine verilen bir ışın, hareket ya da radyoaktif maddenin kaydedilmesidir. BT, kafadan geçen bir X-ışını demeti sonrası soğurulma derecesinin ölçülmesi yoluyla oluşur; MRI’de manyetik alana yerleştirilen hidrojen protonlarının hareket hızı, SPECT ve PET de ise, radyoaktif izotopların beyinde yerleşim bölgelerindeki tutulumları ölçülür.
A. Yapısal Görüntüleme Yöntemleri
Bilgisayarlı Tomografi: Aslında bir beyin görüntüleme tekniği olarak adlandırılmasına karşın, BT’ de en iyi görüntülenen doku kemiktir. Kesitler transaksiyeldir ve yapılabilenler çok kısıtlıdır. Görece ucuzdur ve yaygındır. Şizofrenide BT ile, üçüncü ve yan ventrikül genişlemesi ile kortikal atrofi saptanmıştır. Uzun yıllardır varolan üzerinde en çok konuşulan tanı yöntemi olduğu için burada çok ayrıntılı olarak anlatılmamıştır.
Manyetik Rezonans Görüntüleme: MRI beyin anatomisinin incelenmesine BT’ den çok daha fazla olanak sağlamıştır. MRI, sabit olarak oluşturulmuş manyetik alanda, beyin hidrojen atomu protonlarının radyofrekans dalgalarıyla hareketlendirilerek bir manyetik moment oluşturulmasını hedefler. Uyarılma sonrası, protonlar özgün konumlarına geri dönerler. Bu sırada ölçülen proton yoğunluğu ile T1 ve T2 olarak ifade edilen serbest kalma değerleri kaydedilerek BT örneğindeki gibi kesitsel olarak haritalandırılır. Proton dansitesi, T1 ve T2 ağırlıklı görüntüler elde edilir. Ancak burada kesitler yalnızca transaksiyel düzlemde değil koronal ve sagittal düzlemde de gerçekleşir. Psikiyatrik bozukluklarda MRI endikasyonları şöyle sıralanmaktadır: a) Atipik klinik görünüm b) Atipik başlangıç yaşı c) Yönelim bozukluğu ya da konfüzyonun tabloya hakim olması d) Kafa travması öyküsü. Şizofrenide MRI daha çok beynin yapısal değişimlerini ortaya koymaya yönelik gerçekleştirilir. Sıklıkla vurgulanan nöroanatomik değişikliklerin BT’ dekinden farkı , yalnızca ventrikül genişlemesi ile sınırlı kalmayıp, çok daha ayrıntılı biçimde hipokampus ve amigdalanın küçülmesi, parahipokampal girus küçülmesi, korpus kallozum hacim ve şekil değişimleri gibi küçük anatomik oluşumlardaki değişikliklerden söz edilebilmesidir. Ayrıca serebellar patolojilerin daha iyi saptanabilmesi, bu yapının rolüne ilişkin varsayımlar ortaya atılabilmesini de sağlamıştır. Duygudurum bozukluklarında olup bitenler bunlardan biraz daha farklıdır. Örneğin depresif hastalarda MR ile kaudat nukleus hacmi kontrollere göre daha küçük bulmuş ve major depresyon oluşumunda bunun da rolü olabileceğinden söz edilmiştir. Özellikle UP depresyonda frontal lob, serebellum, kaudat ve putamenin normale göre küçük olması BP da ise üçüncü ventrikülün büyük, serebellum ve temporal lobun küçük bulunması patofizyolojik açıklamaların tek bir bölgenin farklılığına bağlanamayacağını göstermektedir. (Krischnan 1992)
B. İşlevsel Görüntüleme Yöntemleri
Tek Foton Yayılım Bilgisayarlı Tomografisi (SPECT): SPECT işlevsel görüntüleme yöntemlerinin en eskilerinden birisidir. Özellikle Xenon-133 gibi bir inert gazın kullanılması, beyin yüzeyine yerleştirilen gamma ışın sayaçları aracılığıyla, bölgesel beyin kan akımının ölçülmesini sağlamaktadır. Xenon solunum yoluyla verilir ve kortikal gri cevher beyin kan akımı nicel olarak ölçülür. İlk SPECT cihazları, temel izotop olarak Xenon’u kullanıyorlardı; daha sonraları bölgesel beyin kan akımının ölçülmesinde, statik izotoplar geliştirildi ve Teknesyum 99 HMPAO (Hekza metil propilen amin oksim) kullanılmasıyla tüm beyin görüntülerinin üç boyutlu elde edilmesi mümkün oldu. Önceleri dönebilen tek başlıklı gamma kameralar kullanılırken, daha sonra üç, dört başlıklı gamma kameraların geliştirildi ve rezolüsyon yani görüntü keskinliği önemli ölçüde artmış oldu. Statik izotopların Xenon’a üstünlüğü kullanım kolaylıklarından kaynaklanmaktadır. Xenon 133 dokuya çabuk yayılan dinamik bir izotoptur ama nisbeten düşük enerjilidir. Enerji düşük olduğunda duyarlı dedektörlere ihtiyaç vardır. Öte yandan, beyinden atılımı çabuk olduğu için ardışık çalışmalarda kullanılmak için çok uygundur. Hastalar açısından da çekim zamanı kısa olduğu için daha uygundur. Yüksek enerjili statik izotoplar ise hücre içine alındıktan sonra 24 saat boyunca değişmeden kalırlar. Veriler, istenen bölgenin daha nötreal bir bölgeye oranlanması ile elde edilir. Örneğin, frontal korteks beyaz cevhere ya da serebelluma oranlanır. Xenon’un tersine Teknesyum’da ayrışım kalitesi yüksek, fakat çekim süresi uzundur. Statik izotoplar, beyin kan akımını ‘istirahat durumunda’ ve tek bir seansta ölçerler. SPECT’le UP depresyondaki bölgesel serebral kan akımı kontrollerle karşılaştırılmış; sağ-sol dağılımında prefrontal motor, frontal, parietal, temporal ve görsel korteks dağılmında bir fark bulunamamıştır. Nobler (1994) mizaç bozukluklarında bölgesel serebral kan akımı ve glukoz metabolizmasını incelemiş, EKT öncesi ile 30 dk, 50 dk, ve 1 hafta sonrasındaki kortikal kan akımını Xe-133 tekniği ile ölçmüştür. Depresif ve manik gruplarda akut pre-iktal ve post-iktal dönemde daha büyük oranlarda kan akımı azalması saptamış, bunun daha iyi bir prognoz işareti olduğunu anterior kortikal bölgelerdeki kan akımı azalmasının hem depresyon hem de manide olumlu klinik cevap ile ilişkili olduğunu öne sürmüştür.
Pozitron Yayılım Tomografisi (PET): Serebrovasküler hastalıklar, demans, epilepsi cerrahisi ve travmalar PET’in en sık kullanılma alanlarıdır. PET aslında, beynin işlevsel özelliklerini belirlemek için kullanılmaktadır. Bu yönüyle psikiyatrik hastalıkların tanınmasında tüm diğer statik görüntüleme yöntemlerine göre belirgin bir üstünlük göstermektedir. PET beyin glukoz metabolizması yoluyla, beyin kan akımının, reseptör ya da transmitterlerin beyinde dağılımlarını ölçmek için kullanılmaktadır. PET’de, Karbon-11, Oksijen 15 veya Flor-18 gibi pozitron yayan atomlar şeker analoglarına yüklenmiş ve nörotransmitter öncülleri veya reseptörlere bağlanan çeşitli maddeler ile birleştirilmiştir. Pozitron yayan izotopun bağlandığı liganddan çıkan gamma ışınları dedektörler aracılığıyla görüntülenir. (Buchsbaum 1993) Böylece örneğin varsanı gibi herhangi bir psikiyatrik belirti nedeniyle, nedeniyle beynin bir bölgesindeki yoğunluk değişimi görüntülenebilir. PET, çözünürlüğü yüksek, pahalı ve yüksek teknoloji gerektiren bir yöntemdir. Parkinson hastalığı olan depresif olgularda PET çalışması ile kaudat nukleusta ve orbitofrontal kortekste, depresyon bulunmayan Parkinson hastalarına göre daha düşük metabolizma hızı saptanmış, psikotik depresif olgularda PET’le sol anteriorda hipoperfüzyon tespit edilmiştir. BP depresif ve karışık hasta gruplarında diğer gruplara göre supratentoryel beyin glukoz metabolizma hızı daha düşük bulunmuştur. BP depresif hastalar ötimik veya manik duruma geçince glukoz metabolizma hızlarının arttığı saptanmış, sol kaudat nukleus başının glukoz metabolizma hızı UP depresif hastalarda, BP depresiflere ve normal kontrollere göre önemli oranda düşük bulunmuştur. Frontal kortekslerin sol-sağ metabolizma hızları karşılaştırıldığında, sol frontal korteksin metabolizma hızı sağa göre yüksek bulunmuştur. Tüm gruplar karşılaştırıldığında sadece BP depresif hastalarda sol-sağ farklılığı saptanmıştır. Nöroleptik ilaç tedavisinin bazal ganglia hızını arttırdığına ilişkin sonuçlar vardır. Trichard ve arkadaşları klorpromazin ile klozapin ve amisulpiride gibi ilaçların kortikal 5-HT2A resöptörlerine bağlanma düzeylerini karşılaştırmak amacıyla bir PET çalışması yapmışlar, klorpromazin grubunda 18F-setoperon için kortikal bağlanma yerlerinin sayısında doza bağlı bir azalma saptamış, klozapin ile tedavi edilmiş hastalarda bütün dozlarda uygun bağlanma yerlerinin çok düşük düzeyde olduğu anlaşılmıştır. Bu bulgular hem klozapinle hemde yüksek doz klorpromazin ile yüksek düzeyde bir 5-HT2A blokajı sağlandığını ortaya koymaktadır, bu da bu iki ilacın farklı klinik profillerinin yanlızca 5-HT2A blokajına bağlı olmadığını göstermektedir. Amilsulpiride’in 5-HT2A reseptörlerine belirgin düzeyde bağlanmadığı saptanmıştır.
İşlevsel Manyetik Rezonans Görüntüleme (f MRI): MRG canlıda beynin morfolojisini ve yapısını incelemek için kullanılır. fMRI ise diğer işlevsel görüntüleme yöntemlerinde olduğu gibi psikiyatri için ayrıca önemli taşımaktadır. Özellikle görüntüleme zamanı kısaltılabildiğinde, hastaların uyumu artmaktadır. Bölgesel beyin kan akımında milisaniyeler içinde oluşan küçük değişiklikler bu yöntemle saptanabilmekte, bilişsel süreçlerin değerlendirilmesi mümkün olmaktadır. f MRI çözünürlüğü yüksek, görüntüleme süresi kısa invazif olmayan bir tekniktir. f MRI, canlı dokularda bulunan protonların manyetik alanın etkisiyle sıraya dizilmeleri ve bir radyofrekans dalgası ile uyarıldıklarında oluşan radyofrekans alanının görüntülenmesi sonucu elde edilir. Her radyofrekans dalgasını izleyen dönemde, protonlar longitidunal serbestleşme zamanı (T2) olarak bilinen bir süreçte denge konumuna geri dönerler. Bölgesel beyin kan akımının dağılımı hücresel etkinlikteki artışa bağlı olarak değişir. Aktivitesi arttırılmış beyin bölgelerinde kan akımının artmış olması, o bölgeye yerel metabolizma için gerekli olandan daha fazla miktarda oksijenlenmiş kan gitmesine neden olur. Böylelikle deoksihemoglobin miktarında net bir azalma oluşur ve çevre dokuların yerel manyetik alan homojenitesinde, MR incelemesiyle saptanabilecek bir farklılık ortaya çıkar. MR sinyalinin serbestleşme zamanı uzar ve aktif bölgelerde görüntü daha parlak bir şekilde oluşur. f MRI ile daha çok, görsel-duyusal motor korteksi, lisan ve yüksek bilişsel işlevleri değerlendiren incelemeler yapılır. f MRI psikiyatrideki ilk uygulaması, obsesif-kompulsif bozukluğu olan hastalarda semptom provokasyonu çalışmalarıdır. Bu çalışmada orbital girus ve dorsolateral prefrontal kortekste aktivasyon saptanmıştır. f MRI, PET’e göre daha yüksek çözünürlüğe sahiptir. Böylece, işlevsel özellikler bireyin beynindeki gerçek konumlarına göre haritalandırılabilir. Diğer tomografi tekniklerine göre daha fazla zamansal ayrışım sağlar. İnvazif olmaması önemli bir avantajdır. Damar içi enjeksiyon ya da infüzyonlara gerek yoktur ve ayrıca radyoaktif maddelere maruz kalınmaması elde edilecek görüntülerin sayısının sınırlandırılmasını sağlar. (Andreasen 1994, David ve ark. 1994). Bütün bu avantajların yanında varsanılar, düşünce bozukluğu ve hatta rüyaların, uzun bir süre birkaç saniyede bir tekrarlanan çekimlerin yapılarak yakalanabilmesine olanak verir.
En yaygın fMRI biçimi kan oksijenizasyonuna bağımlı görüntülemedir (BOLD). BOLD kandaki oksijenlenmiş hemoglobinin,oksijenlenmemiş hemoglobine oranına duyarlıdır. Sinirsel faaliyetin olduğu bölgelerde bu oran oksijenlenmiş kan kullanımının artmasına bağlı olarak değişmektedir. Çok hızlı bir tarama ile bu uyarı değişiklikleri kaydedilmekte ve anatomik yapı üzerinde yüksek çözülürlükte haritalanarak yerleştirilmektedir. Ayrıca bir çok farklı kişiden elde edilen veriler de standartların belirlenmesi için birleştirilerek bir ortalama görüntü değeri elde edilebilmektedir. Bu yöntemle öngörülebilen gelişmelerin neler olduğuna bakıldığında: a) sinirdeki işlev bozukluğunun saptanmasıyla daha önce davranışlar ya da yakınmalar temelinde konulmakta olan şizofreni ve depresyon gibi nöropsikiyatrik hastalık belirtileri arasındaki ilişkinin anlaşılması, b) yinelenen taramalarla kişinin hangi ilaçlara daha iyi, hangi ilaçlara daha kötü yanıt verdiğinin saptanması c) Alzheimer Hastalığı gibi bazı hastalıkların, non invazif yöntemlerle erkenden tanınmasının sağlanması d) Beyin işlevlerinin anında görüntülenmesi sayesinde damar malformasyonları, tümörler ve durdurulamayan epilepsilerin sebep olduğu işlev bozukluklarının zaman ve yerinin tam olarak saptanması e) EEG ile birleştirilerek yalnızca varsanılar gibi geçici nöropsikiyatrik fenomenlerin yerlerinin belirlenmesi ve mekanizmalarının anlaşılması gibi hastalıklara ilişkin ayrıntıların öğrenilebilmesi yanında, düşünme, plan yapma, sorulan bir soruya yanıt verme gibi bazı davranışların anlaşılmasında da önemli bilgiler edinme şansı sağlayacaktır. PET’in tersine, fMRI tek bir kişiden elde edilecek sınırlı sayıda tarama ile yetinmez, çok sayıda ve tekrarlı görüntü elde etme olasılığı vardır. Fakat tüm görüntüleme yöntemlerinde olduğu gibi fMRI da da, hastaların çekim sırasında hareket ediyor olması, kemik artefaktlarının görece uyarı azlığı yaratması, aygıtın çıkardığı sesler veya bedendeki metal parçaların yarabileceği sorunlar gibi bazı sınırlamalar bulunur. Tabii bu sınırlamalar bile depresyon veya şizofreni gibi biyolojik belirleyicilerin olmadığı hastalıklar için davranışa dayalı bazı işaretlerin anlaşılabilmesine olanak tanıyan fMRI tekniğinin çok önemli hale gelmesini engelleyememiştir. Depresif hastalarla sağlıklı kontrol deneklerini, geçici hüzün yaratmak amacıyla oluşturulmuş film kliplerine verdikleri doğal yanıtlar açısından karşılaştırılmışlardır. Aynı çalışmada ayrıca, emosyonel olarak nötral film klipleri ile hüzünlü film klipleri de iki ayrı grup halinde karşılaştırlmışlardır. Her iki grupta da pekçok beyin bölgesinin aktive olduğu fakat depresif kişilerin sol medial prefrontal korteksleri ve sağ ön singulat giruslarının geçici hüzün yaratan klip sırasında fazladan uyarıldığı gözlenmiştir. Bu beyin bölgelerinin emosyonlar açısından önemli ve ayrıca kişinin yaşadığı emosyonun bilincine varmasından sorumlu oldukları bilinmektedir. Bu verilerden, depresyon sırasındaki anormal frontal aktivitenin limbik sistem üzerindeki normal düzenleyici etkileri engellediğini sonucunu çıkarmışlardır. Her ne kadar doğrudan duygudurum bozuklukları ile ilişkili bir veri değilse de, psikotik belirtiler açısından önemli bir çalışmada da, görsel varsanılı hastalara tedavi öncesi ve risperidon ile belirtiler kaybolduktan sonra uygulanan fotik stimülasyon sırasında elde edilen fMRI bulgularıdır. Fotik uyaran tedavi öncesi görsel korteksde daha az genişlikte bir uyarı paternine sebep olurken, görsel varsanılar tedaviyle kaybolduktan sonra bu paternin düzeldiği görülmüştür. Benzer bulgular işitsel varsanılı hastalar için temporal korteksde elde edilmiştir.
C. Metabolik Görüntüleme Yöntemleri
Manyetik Rezonans Spektroskopi (MRS): Nükleer Manyetik Rezonans fenomeni ilk kez 1946’da keşfedildi ve bunu manyetik rezonansın çeşitli alanlarda kullanılması izledi. Görüntüleme teknikleri yanında özellikle kimyasal yapıyı saptamaya yarayan spektroskopi kavramı, 1978’de fare beyninde fosfor metabolizmasının incelenmesiyle canlılarda kullanılmaya başlanmış oldu. MRS milimolar düzeydeki moleküllerin dağılımlarını inceleyen MRS, daha çok membran fosfolipid metabolizmasında yer alan ya da yüksek enerjili fosfat moleküllerinin saptanmasında kullanıldı. Oysa doğrudan nörotransmitterlerle ve reseptörlerle ilgilenen araştırmacılar böylesine dolaylı bir yoldan metabolizma hakkında bilgi edinmek fikriyle pek de ilgili değillerdi. Temel bilginin de yetersiz olması bu alanda elde edilen verilerin de yeterince değerlendirilememesine sebep oldu. 1980 sonrası fosporun yanında hidrojen, lityum ve florür de değerlendirilmeye başlandı. MRS, beynin uyaranlar karşısındaki tepkisini ve bilinçli ya da bilinçdışı ödevleri yerine getirmesi sırasında oluşan kimyasal değişimleri saptar. Bu haliyle sanki MR görüntülemenin gerisinde kalmış gibi görünmektedir. Aslında bütün manyetik rezonans tekniklerinde temel ilke, hidrojen, lityum, karbon, flor, sodyum, fosfor gibi atom çekirdeklerinin bir manyetik alana yerleştirildiklerinde, belli frekansta enerji soğurmaları ve yaymalarıdır. Lokal manyetik alanlar çevredeki elektronlarca üretilir ve uygulanan manyetik alanı karşılar. Kimyasal kayma, her bir tepenin tek bir tepeye göre dağılımını tanımlamak üzere kullanılan bir terimdir. MRS’in insanlarda uygulanabilmesi için manyetik alan güçleri 0.5-4 tesla arasında olan mıknatıslara ihtiyaç vardır. MRS, yalnızca çeşitli bileşiklerin içerdikleri hidrojen atomları aracılığıyla saptanmasıyla sınırlı değildir; örneğin P MRS ile inorganik fosfatta bulunan fosfor çekirdekleri, hücre zarı öncülleri gibi monoesterler ve hücre zarı yıkım ürünleri gibi diesterler saptanabilir (Travis-Kerwin 1997). Duygudurum bozukluklarında frontal loblarda azalmış fosfomonoester (PME) ve artmış fosfodiester (PDE) seviyeleri, temporal loblarda yine azalmış PME seviyeleri ötimik dönemde saptanmıştır. Oysa aynı bulgu UP ya da BP II olan hastaların ötimik dönemlerinde gösterilememiştir. Öte yandan antipsikotik verilen manik hastalardaki PME seviyeleri lityumla tedavi edilen manik hastaların PME seviyelerine göre daha yüksektir. N-asetilaspartat (NAA) nöronal canlılığın belirleyicisidir ve çeşitli nöronal etkilerle düzeyi azalır. BP hastalarda dorsolateral prefrontal korteksde (DLPC) NAA düzeyleri azalmış, talamusda artmış, anterior singuli ve lentiküler nukleusda değişmemiş bulunmuş; ayrıca sağ ve sol frontalde de herhengi bir farklılık saptanmamıştır. Lityum kullanımı da son derece dikkat çekici başka bulgular vermektedir. Örneğin lityumun “nöronal yapı üzerinde farkına varılmamış bir koruyucu etkisinin olduğu” iddia edilmektedir. Dört haftalık lityum kullanımı sonrasında frontal, temporal, parietal ve oksipital loblarda NAA artışı bildirilmiştir. Li MRS yöntemi BP hastaların beyin ve plazma Li konsantrasyonlarının çalışılmasında da kullanılmaktadır. Bu çalışmaların sonuçları, yaklaşık bir haftalık tedaviden sonra beyin Li konsantrasyonunun plazma konsantrasyonunun yüzde kırkı kadar olduğunu da göstermiştir. Li uygulanan hayvan MRS çalışmaları lityumun fosfolipidler üzerindeki etkisine işaret etmektedir. Öte yandan reseptör düzeyindeki değişiklikleri incelemeye yönelik çalışmalar da hem UP hem de BP hastalarda bütün hızıyla devam etmektedir.
KAYNAKLAR
· Andreasen NC. Neuroimaging. Teaching and Learning About Schizophrenia. WPA, 1994:10-19.
· Aylward EH, Roberts-Twille JV, Barta PE, et al. Basal ganglia volumes and white matter hyperintensities in patients with bipolar disorder, Am J Psychiatry,1994;151:687-693
· Baxter L.R.,Phelps M.E.,Mazziotto J.C.:Cerebral metabolıc rates for glucose in mood disorders.Arch.Gen.Psychiatry Vol.42;441-447, 1985.
· Beauregard M, Leroux JM, Bergman S etal. The functional neuroanatomy of major depression: an fMRI study using an emotional activation paradigm (Abstract). Neuroreport. 9:3253-3258, 1998
· Bench C.J.,Friston K.J.,Brown R.G.:Regionel cerebral blood flow in depression measured by positron emission tomography.Psychological Medicine 23:579-590, 1993.
· Buchbinder BR, Cosgrove GR. Cortical activation MR studies in brain disorders (Abstract). Magn Reson Imaging Clin North Amx; 6: 67-93, 1998
· Buchsbaum MS. PET and brain activity in psychiatry Review of psychiatry-Vol.12, Chapter 16,461-485,1993
· Curtis VA, Bullmore ET, Brammer MJ etal. Attenuated frontal activation during a verbal fluency task in patients with schizophrenia. Am J Psychiatry. 155: 1056-1063, 1998
· David A, Blamire A, Breiter H. Functional MRI, a new technique with implications for psychology and psychiatry. British Journal of Psychiatry. 1994; 164:2-7
· Ebert D, et al. Left temporal hypoperfusion in catatonic syndromes : a SPECT study. Psychiatry Res. 45:239-241
· Ebmeier KP, et al. SPECT with Tc 99m HMPAO in unmedicated schizophrenic patients. Biol Psychiatry.1993,33:487-495
· George JS, Aine CJ, Mosher JC etal. Mapping function in the human brain with magnetoencephalography, anatomical magnetic resonance imaging, and functional magnetic resonance imaging. J Clin Neurophysiol. 12: 406-431,1995
· Howard R, David A, Woodruff Pet al. Seeing visual hallucinations with functional magnetic resonance imaging (Abstract). Dementia Geriatr Cogn Disord. 8:73-77, 1995
· Kato T, Inubishi T, Kato N. Magnetic Resonance Spectroscopy in Affective Disorders. J Neuropsychiatry & Clin Neurosciences. 10 :133-147, 1998
· Ketter TA, George MS, Kimbrell TA, Benson BE, Post RM. Functional brain imaging, limbic function, and affective disorders. The Neuroscientist 1996; 2:1: 55-65.
· Klunk WE, Keshavan M, Panhalingam K, Pettegrew JW. MRS: applications to neuropsychiatric research. Review of psychiatry 1993;Vol 12, Section III. Brain imaging: 383-420,
· Longworth C, Honey G, Sharma T. Functional magnetic resonance imaging in neuropsychiatry. BMJ. 319:1551-1554, 1999
· Maes M.,Dierckx R.,Meltzer H:Regional cerebral blood flow in unipolar depression Psych Research. 50:77-88, 1993
· Manji HK, Chen G, Shimon H, Hsiao JK, Potter WZ, Belmaker RH. Guanine nucleotide-binding proteins in bipolar affective disorder. Archives of General Psychiatry 1995; 52: 135-144.
· Manji HK, Potter WZ, Lenox RH. Signal transduction pathways: Molecular targets for lithium’s actions. Archives of General Psychiatry 1995; 52: 531-543.
· Manji HK. G proteins: Implications for psychiatry. American Journal of Psychiatry 1992; 149: 746-760.
· Morris P.P:Cortical glucose metabolism and clinical depression.Am.J.Psych.148:1103-1104,1991.
· Nobler M.S.,Sackeim H.A.,Prohovnik I: Regional Cerebral Blood Flow in Mood Disorders III. Arch Gen Psychiatry 51:884-897, 1994.
· Paulesu E, Connelly A, Frith CD et al. Functional MR imaging correlations with positron emission tomography. Initial experience using a cognitive activation paradigm on verbal working memory (Abstract). Neuroimaging Clin North Am. 5:207-225, 1995
· Rauch SL, Renshaw PF. Clinical neuroimaging in psychiatry. Harvard Review of Psychiatry 1995; 2: 297-312.
· Soares J. Bipolar Imaging: What Clinicians Need to Know. Bipolar Global Medical Conference, Pittsburgh, June 2001
· Verimli A. BT’de Lokalizasyonun Yeri ve Psikiyatrik Bozukluklar: Poster Bildiri, 26.Ulusal Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Kongresi, İzmir, 1990
· Williams KM, Iacano WG, Remick RA. Dichotic Perception and Memory Following ECT for Depression. Brit J Psychiatry 157:366-372, 1990.
· Woodruff PW, Wright IC, Bullmore ET et al. Auditory hallucinations and the temporal cortical response to speech in schizophrenia: a functional magnetic resonance imaging study. Am J Psychiatry.154: 1676-1682,1997