DSM’nin varlığı tanı gruplamaları açısından çok önemli bir adımdır, fakat daha önce de vurgulandığı gibi, DSM ve ICD sistemleri yaygın kullanımlarına karşın hala tamamlanmış değillerdir. Tabii ki vaka serilerine ve onlardan elde edilen verilere dayalı sistematik betimleyici yaklaşım çok önemli ve gereklidir. Öte yandan, kronik depresyon ya da ilaca bağlı depresyon örneklerindeki gibi hastalık seyrinin tanıyı da içerdiği durumlarda betimleyici verilerin yanı sıra, tedaviye dayalı veriler önem kazanacaktır. Üstelik hastalık tablolarının hemen tamamı aynı şiddette olmayıp, işlemsel tanı ölçütlerinin var ya da yok diye tanımlanması nedeniyle ister istemez eşik altı sendromları da içerirler. Örneğin majör depresyonun yanında “minör depresyon” dan, ya da “kısa yineleyici depresyon” dan da söz etmek gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise depresyon için pek çok tanı alt grubunun yapay olarak oluşturulmuş olmasıdır. Böylece hastanın yaşamı boyunca aynı hastalığın iki evresinde iki ayrı tanı alması da olasıdır. Bütün bunlara çifte depresyon gibi şiddet açısından çok daha önemli olabilecek, intihar olasılığının da arttığı bir başka tabloyu eklersek, alt tiplere ayırmanın günlük pratikte ne kadar önemli olduğu anlaşılır. DSM-IV ve ICD-10 sınıflandırmalarında depresyonun nasıl tanımlandığı Tablo 1-2’de gösterilmiştir.
(Tablo 1) ICD-10
F30 Manik Nöbet Hipomani, Psikotik Belirti, Diğer
F31 BP Bozukluk Mani, Depresyon, Karışık
F32 Depresif Nöbet Hafif, Orta, Ağır, Psikotik
F33 Yineleyen UP Hafif, Orta, Ağır, Psikotik
F34 İnatçı DDB Siklotimi, Distimi
F38 Başka DDB Karışık, Kısa Yineleyici
F39 Belirlenmemiş
DSM-IV
Depresif Bozukluklar
Majör Depresyon
Distimik Bozukluk
BTA Depresif Bozukluk
BP Bozukluklar
BP I
BP II
Siklotimi
Genel Tıbbi Duruma Bağlı
Madde Kullanımına Bağlı
BTA
(Tablo 2) MAJÖR DEPRESYON DSM Ölçütleri:
A. İki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile birlikte aşağıdaki semptomlardan beşinin (ya da daha fazlasının) bulunmuş olması; semptomların en az birinin ya depresif duygudurum ya da ilgi kaybı veya artık zevk alamama olması gerekir.
Not:Açıkça genel bir tıbbi duruma bağlı olan ya da duyguduruma uygun olmayan hezeyan ya da varsanı semptomlarını katmayınız.
1. Ya hastanın kendisinin bildirmesi (Örneğin kendini üzgün ya da boşlukta hisseder) ya da başkalarının gözlemesi (örneğin ağlamaklı bir görünüm) ile belirli, hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren depresif duygudurum. Not:Çocuklarda ve ergenlerde irritabl duygudurum olabilir.
2. Hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren, tüm etkinliklerin çoğuna karşı ilgide belirgin azalma ya da bunlardan eskisi gibi zevk almıyor olma (hastanın kendisinin bildirmesi ya da başkalarınca gözleniyor olması ile belirlendiği üzere).
3. Perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının olması ya da hemen her gün iştahın azalmış ya da artmış olması Not:Çocuklarda beklenen kilo alımının olmaması
4. Hemen her gün insomnia ya da hipersomnia olması
5. Hemen her gün psikomotor ajitasyon ya da retardasyonun olması (sadece huzursuzluk ya da ağırlaştığı duygularının bildirilmesi yeterli değildir, bunların başkalarınca da gözleniyor olması gerekir.)
6. Hemen her gün yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması
7. Hemen her gün, değersizlik, aşırı ya da uygun olmayan suçluluk duygularının (sanrısal olabilir) olması (sadece hasta olmaktan ötürü kendini kınama ya da suçluluk duyma olarak değil.)
8. Hemen her gün düşünme ya da düşüncelerini yoğunlaştırma yetisinde azalma ya da kararsızlık (ya hasta kendi söyler ya da başkaları farketmiştir)
9. Yineleyen ölüm düşünceleri (sadece ölümden korkma olarak değil) özgül bir tasarı kurmaksızın yineleyen intihar düşünceleri, intihar girişimi ya da özgül bir intihar tasarısının olması
B. Bu semptomlar bir Mikst epizodun tanı ölçütlerini karşılamamaktadır.
C. Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.
D. Bu semptomlar bir madde kullanımının (kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun (Örn:hipotiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
E. Bu semptomlar “Yas”la açıklanamaz, yani sevilen birinin kaybından sonra bu semptomlar 2 aydan fazla sürer ya da bu semptomlar, balirgin bir işlevsel bozulma, değersizlik düşünceleriyle hastalık düzeyinde uğraşma, intihar düşünceleri, psikotik semptomlar ya da psikomotor reterdasyonla belirlidir.
Literatürde, özellikle depresyon ve onunla yakından ilgili olan diğer bozukluklar, yani psikotik özellikli depresyon, depresif özellikli uyum bozukluğu ve bazı anksiyete bozuklukları, çok farklı tanımlamalar ve başlıklar altında incelenmektedir. Bunlar arasında en çok bilinen ayrım endojen ve nörotik depresyon ayrımıdır. Bunun gibi, psikotik özellikli depresyon, retarde-ajite depresyon, yineleyici depresyon, reaktif depresyon gibi pek çok başlık sayılabilir. Bütün bu tanımlamaların depresyonun neresinde yer aldığı ise hiçbir zaman tam açık olmamıştır. Özellikle araştırıcılar için çok önemli olan bu ayrımın iyi anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz, çünkü depresyon literatürü tamamen bu tanımlamalar üzerine kurulmuştur. Bunlar içinde psikotik alt tipin tanı açısından daha kararlı yapıda olduğu gözlenmiştir. Bunun anlamı şudur: psikotik depresyon tanısı alan hastalar muhtemelen daha sonraki depresyon atakları sırasında da psikotik depresyon tanısı almayı sürdürmektedirler. Oysa ajite ya da retarde depresyon ve endojen depresyon alt tiplerinin bu tanıda kalıp kalmayacaklarının belirlenmesi için önce tek uçlu-iki uçlu ya da birincil-ikincil ayrımının yapılması gerekmektedir. Örneğin ikincil depresyon tanısı konması halinde, aynı anda endojen tip tanısı da birlikte konamaz. Kişi bir atak sırasında endojen tanısı alsa bile, bir başkasında ikincil depresyon saptandığında artık endojen tanısı alamayacaktır. Bu nedenle de, DSM sisteminin etiyolojiye atıfta bulunmayan ve yalnızca “organik” etiyolojiyi dışlayan yaklaşımı sayesinde bu sorunlara çözüm getirilmeye çalışılmıştır.
Tek uçlu, iki uçlu ayrımı depresyonun uzunlamasına seyrinde önemli bir ayrımlamaya işaret eder. İki uçlu bozukluğun depresyonu ile tek uçlu olan arasında klinik anlamda hiçbir farklılık olmaması bazen karar vermeyi zorlaştırmaktadır. Bu noktada elbette yukarıda sözü edilen diğer ölçütler ve uzunlamasına değerlendirme farkı ortaya koyar. Epidemiyolojik farklılıkları bir önceki bölümde ayrıntılı olarak açıklanmış, başlangıç yaşı ve seyir açısından farklı oldukları, ailede hastalık öyküsünün varlığının da farklılıklar gösterdiği vurgulanmıştır. Asıl güçlük, kesitsel değerlendirmede yaşanır. İlk atağı depresyon olarak başlayan hastalığın nasıl bir seyir izleyeceği zamanla ortaya çıkmaktadır. Akiskal ve Coryell ekiplerinin ayrı ayrı yaptıkları çalışmalarda vardıkları sonuç birbirine çok yakındır: Bu hastaların %15’i iki uçlu bozukluğa geçiş göstermektedir ve BP I ‘e dönüşüm sıklığı %4 iken BP II’ye dönüşüm %8.6 bulunmuştur. Majör depresyonla başvurduklarında hangi hastaların iki uçlu özellik gösterecekleri, hangi hastaların tek uçlu kalacaklarının kestirilebilmesi çok önemli olmakla birlikte, bunun bilinebilmesi de olası değildir. Ani başlangıç, hastalık şiddeti ve psikotik belirtilerin varlığını saymazsak BP-I bozukluk geliştiren depresif hastalar, UP bozukluk olarak kalanlarla aynı özelliklere sahiptirler. Oysa BP-II gelişen hastalar duygudurumlarının değişkenliği ve enerji-aktivite artışı gibi özellikler açısından UP hastalara göre farklılıklar gösterirler. Ayrıca, erken başlangıç, madde kötüye kullanımının yüksek olması, eğitim, evlilik ve işle ilgili kesintiler ile küçük çaplı antisosyal eylemlerin varlığı da bu farkta BP lehine bulunmuş özelliklerdir.
Uzunlamasına seyrin en çok ilgi çeken belirleyicilerinden birisi de mevsimsel özelliktir. Mevsim değişikliklerinin kişinin ruhsal durumu, enerjisi, uykusu ve iştahı ya da sosyal etkinlikleri üzerindeki etkisi mevsimsellik olarak tanımlanabilir. Mevsimsel duygudurum bozukluğu (MDDB) ise düzenli olarak kış aylarında ortaya çıkan, ilkbaharda kendiliğinden geçen tekrarlayıcı atipik depresyonlar ve bazen bunları izleyen hipomaniler ile karakterize bir alt grubu anlatmaktadır. Rosenthal ve arkadaşlarına göre de her yıl ve yılın aynı döneminde ortaya çıkan tekrarlayıcı depresyonlardır ve şu ölçütler bulunmalıdır: 1.Sonbahar-kış aylarında başlayan, ilkbahar-yaz aylarında düzelen en az iki depresyon atağı 2. Ataklardan en az birinin majör depresyon için DSM ölçütlerini karşılaması 3. Başka bir birinci eksen tanısının olmaması ve 4. Mevsimsel stres etkenlerinin bulunmaması. Tekrarlayıcı duygudurum bozukluklarındaki mevsimsel kalıbı daha kesin ölçütlerle tanımlayabilmek için DSM’ de depresyonların yılın 60 günlük bir dönemi ile ilişkili olması, mevsimsel özelliği olan atakların olmayanlara oranının 3:1 bulunması ve üç yıl içinde ikisi ardışık olmak üzere üç atak geçirilmiş olması şartı getirilmiştir. DSM ölçütlerinin uygulamadaki zorlukları Rosenthal ölçütlerinin daha çok kabul görmesine neden olmuştur. Mevsimsel duygudurum bozukluğu hastaları mevsim ve enlem değişikliklerine hassastırlar. Depresyonda günlük ışık süresinin on saatin altına düşmesinin rolü olduğu belirlenmiş, ayrıca yazın belirtilerin tersine döndüğünden, hipomani, libido, sosyal aktivite ve enerji artışından söz edilmiştir. MDDB çalışmaları, hastaların büyük çoğunluğunun BP II ölçütlerine uyduğunu göstermektedir. Rosenthal’in hastalarının %81’i BP II, %7’si BP I, %12’si UP tanısı almıştı. Ayrıca, hastaların birinci derece akrabalarının %69’unda duygudurum bozukluğu, %17’sinde ise MDDB vardı. Kadın/erkek oranı iki uçlu duygudurum bozukluklarından farklı biçimde 4:1 olarak bulunmuştur. Görülme yaşı da, klasik depresyondan daha gençtir. Toplumda görülme sıklığı bilinmemektedir. Kasper %5’lik bir orandan söz etmiştir. Türkiye’de ise Yöney ve ark., İstanbul’da 228 üniversite öğrencisinin %39.5’unda mevsimsel değişikliklerin sorun oluşturduğunu bildirmişlerdir. Noyan ve ark.’ın farklı bölgelerde yaptıkları çalışmada ise en yüksek kış depresyon oranı %12.5 ile Eskişehir’de ve en düşük % 0.82 ile Ankara’da saptanmıştır. Tanım ve Sınıflandırma dışında Mevsimsel Duygudurum Bozukluğunun klinik özellikleri ve tedavisi kitabın daha ilerideki bölümleri içinde ayrıca ele alınmıştır.
Bazı yazarlar ise alt tipleme yerine, tıbbın diğer alanlarında yaygın olarak kullanılmasına karşın psikiyatride unutulmuş olan bir başka ayrımlamanın, “evrelendirme” veya “derecelendirme” nin yararlarından söz etmektedirler. Özellikle DSM-IV’te daha belirgin olarak vurgulanmış olan “şiddet belirleyicileri” kavramı, bir bakıma bu gereksinimi karşılamaktadır. Küresel sınıflandırma sistemleri yanında Winokur sınıflandırması gibi bireysel çabalar da vardır. Örneğin, Winokur duygulanım bozukluklarını dörde ayırır ve depresif bozukluklara ayrı bir önem verir (Tablo 3). Bu sınıflandırma biçiminde “ikincil ve reaktif” tanımlamalarıyla etiyolojiye atıfta bulunulmakta, yalnızca betimleme ile yetinilmemektedir. Tek uçlu bozukluklar grubu içinde yer alan endojen depresyon tipinde bile, alt başlık olarak “ailesel ya da sporadik” türünde tanımlamaların olması, bir bakıma etiyolojik anlamda genetik geçişi ima etmektedir. Alt tiplere ayırma konusunda ayrıntılı katkı da son 30 yıldır New Castle ve Cambridge’de endojen ve nörotik depresyon tanımı üzerinde çalışmalar yapan Martin Roth’dan gelmiştir. Roth’a göre, şimdiye kadar yapılan tanımlamalar çeşitli seviyelerde incelenebilir. Birinci seviyede kişinin “depresyonu” normal bir mizaç durumundan pek farklı değildir, ya da klinik bir bozukluk seviyesinde değil de daha çok semptom düzeyinde bir değişiklik söz konusudur. RDC ölçütlerinde “Minör depresyon” olarak tanımlanan bu durum Wing tarafından “Normal depresyon” adıyla tanımlanmıştır. Bu düzeyde depresyon eşik altı bir durumdur, yani belli bir sınırın altında kalan bir mizaç değişikliğidir.
(Tablo 3) Winokur Sınıflandırması
Organik Duygudurum Sendromu (Oluşturulmuş)
İki Uçlu Bozukluklar
BP I
BP II
Tek Uçlu Bozukluklar
Reaktif Depresyon
Yas
Tıbbi hastalığa Bağlı Depresyon
Endojen Psikotik Depresyon
Ailesel Saf Depresif Bozukluk (FPDD)
Sporadik Depresif Bozukluk (SDD)
Nörotik Depresyon
Depresif Spektrum Bozukluğu (DSD)
Nöroz, kişilik bozukluğu, alkol ve madde kullanımına ikincil depresyon
Şizoaffektif Bozukluk
Seviye ikiye geldiğimizde, en geniş anlamıyla duygudurum bozukluğu bir hastalık olarak artık vardır ve ikiye ayrılır. Psikotik endojen depresyon, nihilizm, ümitsizlik, hezeyanlı algılama ya da doğrudan hezeyan taslakları ve hezeyanlar, zaman zaman işitsel varsanılarla birlikte aşırı suçluluk duyguları ve cezalandırma isteği ile giden bir tablodur. Beraberinde stres etkeni olabilir ya da olmayabilir. Hezeyan ve varsanılar birbirine genellikle yakın içeriktedirler. Nörotik duygudurum bozuklukları terimi ise psikozu bulunmayan hastalar grubunu anlatmaktadır. Bu grupta kişilik bozuklukları yer almaz, ama eski tanımıyla depresif histerik örneğindeki gibi, kişilik bozuklukları ile bağlantılı tanı grupları bulunabilir. Seviye 3’de ise karşımıza iki uçlu ve tek uçlu ayrımı çıkmaktadır. Yani endojen duygulanım bozukluğu iki uçlu endojen veya psikotik ile tek uçlu endojen veya psikotik duygulanım bozukluğu olarak ayrılır. Diğer tarafta ise nörotik duygulanım bozukluğu; nörotik depresyonlar, nörotik anksiyete ve fobik bozukluklar olarak ayrılmaktadır. Burada hemen belirtilmesi gereken, bu ayrımların genelgeçer ayrımlar olduğudur. Bu kadar çok depresyon ve anksiyete bozukluğu tanısının bulunduğu günümüzde bunları eski tanımlamalarla nasıl birbirine bağlayabiliriz diye düşündüğümüzde, okuyucuya genel bir fikir vermek amacıyla bu şema hazırlanmıştır. Kolayca anlaşılacağı üzere farklı kişilerin yaptığı, çok sayıdaki tanımlamaya bu ayrımlandırma içinde bir yer bulmak kolay değildir. Ancak buradaki ayrımda, en can alıcı noktanın endojen ve nörotik depresyon kavramı olduğunu bilmek gerekmektedir. Onun için bu iki kavrama biraz daha değinmekte fayda vardır.
Endojen depresif hastaların hem EKT hem de ilaç tedavisine ötekilere göre daha iyi cevap verdikleri söylenmektedir. Endojen depresyon RDC sınıflandırmasında geçen ve eskiden sıkça kullanılan “melankoli” ye uyan bir depresyon şeklidir. Kimi zaman bu hastalık otonom depresyon olarak da anılmıştır. Nörotik depresif hastalar ise kimi zaman “distimi” terimi ile tanımlanmıştır. Bilindiği gibi distimik bozuklukta, depresyon kriterlerini karşılamayacak derecede hafif ölçülerdeki duygudurum değişikliklerinin kişide en az iki yıl devam etmesi gerekir. Hastaların iki aydan daha fazla semptomsuz kaldıkları pek görülmez. Majör depresyondan en önemli ayrımı semptomların şiddetidir. Distimi başlığı ICD-10 da da vardır. ICD-10’da semptomlar biraz daha geniş tutulmuştur. Örneğin kötümserlik, az konuşma ve sosyal çekilme DSM semptomlarına eklenmiş, hipersomni çıkartılmıştır. ICD-10 daki ölçüler biraz daha esnetilmiştir. ICD-10’da (F34.1) Distimi için B kriteri şöyledir: “İki yıl içinde ortaya çıkan hiçbir depresyon atağı ne süre ne de şiddet olarak tekrarlayıcı (yineleyici) hafif şiddetteki depresif bozukluk kriterlerini doldurmaz. Ya da çok çok az atak bu ölçüleri doldurur”. Yani seyrek olarak depresyon ölçütlerini dolduran atakların görülmesi distimi tanısını bozmaz. Buna karşılık DSM’deki majör depresyon kavramı endojen depresyona daha yakındır. Fransız araştırıcılara göre endojen depresyon daha çok retardasyonla birlikte gitmektedir. Avustralya’da yapılmış bazı çalışmalarda ise endojen depresyonun kronik bir gidiş gösterdiği, sık evrelerinin bulunduğu bildirilmiştir. Bu ölçü ICD-10’da da yineleyici depresyonun karşılığı olmaktadır. O nedenle yineleyici depresyonu endojen depresyona yakın bir grup olarak görebiliriz. Endojen depresyonda prognoz kişiliğin yapısına bağlı değildir. Nörotik depresyonda ise prognoz beş hastadan birinde kişilik faktörleriyle belirlenir. Akiskal ve arkadaşları da, nörotik depresyon denilerek tedavi edilen hastalar üzerinde çalışmış, bunların böyle bir ayrım yerine birincil ve ikincil olarak ikiye ayrılabileceğini söylemişlerdir. Hastalığı ikincil olanların akrabalarında psikiyatrik hastalık sıklığı, birincil duygudurum bozukluğu olanlara göre çok düşük bulunmuştur. Andreasen ve Winokur da, birincil ve ikincil depresyonlu hastaların belirtilerinin farklı olduğunu bildirmişlerdir.
İki uçlu depresif hastalar bütün depresif hastaların %20’si kadardır. İki uçlu ve tek uçlu hastalar arasında klinik ve genetik faktörler açısından önemli farklar olduğu gösterilmiştir. Angst, tek uçlu hastaların akrabalarında görülen affektif bozukluğun yüksek olasılıkla tek uçlu bozukluk olduğunu bildirmiştir. Buna karşılık iki uçlu hastaların akrabalarında hem iki uçlu, hem de tek uçlu bozukluk görülmektedir. Akrabalardaki morbidite riski ise iki uçlu hastaların birinci derece akrabalarında %19, tek uçluların akrabalarında %10’dur. Bundan 60 yıl kadar önce Lewis tarafından iki uçlu-tek uçlu dikotomisine benzer şekilde, bütün duygulanım bozukluklarının genel bir ikili ayrımı yapılmış, hastalıklar mani-hipomani, melankolik-nevrastenik depresyon, ajite depresyon-anksiyete nevrozu şeklinde ayrılmıştı. Dördüncü seviyede endojen affektif bozukluklar içinde ilk grup BP I hastalardır. Bu hasta grubunda manik ve depresif ataklar birbirini düzensiz aralıklarla izler. Hastalığın başladığı ilk yıllarda remisyon dönemleri daha uzundur. Depresif ataklar daha çok endojen niteliktedir ve retardasyonla birlikte giderler. Buna karşın manik ataklarda çok belirgin bir elasyon hali vardır. BP II hastalarda ise tablo karakteristik olarak tekrarlayıcı depresif evrelerle gider. Bu yineleyici depresif atakların arasında psikotik özellik göstermeyen spontan olarak ortaya çıkan hafif derecede eksitasyon ve elasyon görülür. Bu elasyon dönemleri genellikle gözden kaçar. Ancak uzun bir takip sonunda hastanın eksitasyon, irritabilite, disinhibisyon ve huzursuzluk sergilediği belli dönemlerine tanık olunur. DSM-IV’deki siklotimik bozukluğa benzer ancak, depresyonlar ondan daha şiddetlidir. Ergenlerde olduğu zaman bu tablo aşırı alkol alımı, ilaç bağımlılığı, cinsel sorunlar, agresif davranış kalıpları ile birlikte gider. Bundan daha sonra tanımlanmış olan BP III-IV-V ve VI gibi gruplar iki uçlu bozukluklar başlığı altında ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu gruba eklenebilecek bir başkası da karışık mani ve depresyon tablosudur.
Psödoşizofrenik mani ile Roth daha çok paranoid semptomlarla birlikte giden bir tablo tanımlamıştır. Birinci derece akrabalar arasında psikotik bozukluklardan daha çok affektif bozukluklar yer alır. Hezeyanlı ya da psikotik mani ICD-10’da psikotik semptomlu manidir. Grandiyözite, referans, erotik ve perseküsyon hezeyanları bulunur. ICD-10’daki tanımlamaya göre hezeyan ve varsanılar mizaçla uyumlu olabildikleri gibi uyumsuz da olabilirler. Roth’un başlıklara karşılık gelen DSM tanımları farklıdır. Örneğin “Anksiyete psikozu” başlığı altında hipokondriyazisi tanımlar. Oysa bu ICD’de somatoform bozukluklar başlığı altında kodlanmıştır. Bir de yeni tanımlanmış olan, tekrarlayıcı nitelikteki çok kısa süreli depresif ataklardan söz etmek gerekir (Recurrent Brief Depressive Disorder). Bu kategori ICD-10 da da yer almıştır. Depresif ataklar tipik olarak 2-3 gün sürer ve menstrüel siklus gibi dönemlerden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Psikojenik psikoz ise İskandinav ülkelerinde sık kullanılan ve daha çok psikotik özelllikli depresyonu anlatan bir tanımdır. Ağır retardasyon, stupor, hezeyan derecesinde suçluluk duyguları, perseküsyon hezeyanları olabilir. Altta yatan sebep kişilik bozukluğu ya da emosyonel bir stres olabilir. Kişilik bozukluğu olan birinin hayatını tehdit edici ölçülerde bir stres ile karşılaşması durumunda psikojenik psikoz geliştirebileceği öne sürülmüştür. Histerik psikoz ve emosyon psikozu terimleri daha çok İsviçreliler tarafından kullanılmıştır. Prognoz açısından iyi seyirlidir. Özellikle sosyal fobisi olan kişilerde stres faktörüyle birlikte geliştiği söylenmektedir. Sikloid psikoz ve benzeri tanımlamalarda şizomanik ve şizoaffektif gruplara uyarlar. Görüldüğü gibi psikiyatrik sınıflandırma sistemlerinde gelişme oldukça hastalıkların birbirleriyle olan benzerlikleri ve iç içe geçmişlikleri daha iyi anlaşılabilmektedir. Bu nedenle psikiyatrik semptomları bir hastalığa özgü olarak göstermek olanaksızdır. Tıbbın diğer dallarında gelişme oldukça hastalıkların ayrımı kolaylaşmaktadır. Halbuki psikiyatride tam tersine bir süreç işlemektedir. Bugün depresyon ve anksiyete arasında bir sınır çekilemez olmuştur. Çok uzak olmayan bir gelecekte, belki de psikiyatrik hastalıklar çizgisinin hiçbir noktada kesilmeden birbirine eklenerek uzatılabileceğini göreceğiz.