Genel Klinik Bilgi – Duygudurum Bozuklukları – Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu

Mevsim değişikliklerinin kişinin ruhsal durumunu, enerji düzeyini, uyku süresini, iştahı ve yemek alışkanlıklarını ve sosyal yaşantısını etkileme derecesinin normale göre fazlalığı mevsimsellik olarak tanımlanabilir. Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu (Seasonal Affective Disorder-SAD) ilk kez Rosenthal ve arkadaşları tarafından 1984’de bu şekilde adlandırılmış ve 1987’de DSM tanı sisteminde yerini almıştır. Bu hastaların fototerapi yöntemiyle etkili biçimde tedavi edildiğinin bildirilmesiyle, hastalığın mevsimsel ve ışığa bağlı karakteri iyice gün yüzüne çıkmıştır. Hastalıkta kış aylarında aşırı yemek yeme, kilo artışı, enerji kaybı ve aşırı uyku görülmektedir. Bu belirtilere SAD’nin başlangıç üçlüsü denilir.Depresif duygudurum, sosyal çekilme, anksiyete, somatik yakınmalar gibi diğer depresif belirtiler sıklıkla hastalığın daha sonraki dönemlerinde ortaya çıkarlar. Kasper, bu belirtiler dışında hastaların, özellikle işlerinde ve kişiler arası ilişkilerinde zorluklar yaşadıklarını ve de gündüzleri uyku sersemliği içinde olduklarını belirtmiştir. Wehr SAD’nin heterojen bir durum olduğunu ileri sürmüştür. Wehr’e göre bazı olgular, bilinenin aksine ilkbahar-yaz aylarında başlayıp, sonbahar-kış aylarında düzelme gösterirler. Bazı araştırmacılar SAD’yi kronobiyolojik bir bozukluk olarak görürken, diğer bazıları nörotransmitter sistemlerindeki düzensizliğe işaret ederler. Ayrıca SAD’de retinada oluşan değişikliklere de dikkat çekilmektedir. Göz, günlük ve yıllık ışık değişikliklerini MSS’ye iletir. Retinadaki değişiklikler ışığın şiddetindeki ya da niteliğindeki değişimleri MSS’ye yeterli duyarlılıkta iletemez, veya yanlış iletir. Ayrıca bir başka ilginç veri de SAD ile hemisfer lateralizasyonunun ilişkisidir. Kış depresyonu ile sol hemisferden sağ hemisfere lateralizasyon arasında bir ilişki olduğu ve bunun ışık tedavisi ile normale döndüğü gösterilmiştir. Pek çok tartışmadan sonra bugün SAD’nin varlığı kabul edilmiş ve bu bozukluk klinik pratiğe girmiştir. Bu hastalarda fototerapinin plaseboya üstün olduğu gösterilmiştir. Hastanın her gün 2-4 saat boyunca özel bir aygıt önünde ışığa maruz bırakılması tedavi etkinliği sağlamaktadır. Fototerapi ve farmakoterapi arasındaki farklılıklar tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir. Depresyonlar genellikle hafif ve orta derecededir; fakat Oren ve arkadaşları, kendi hastalarının %11’indeki depresyonun hospitalizasyon gerektirdiğini ve %2 hastada elektrokonvulsif terapi gerektiğini bildirmişlerdir. Her iki tedavi biçiminin kombine edilmesinin fototerapinin etkinliğini arttırdığına dair yayınlar da vardır. Işık ve ilaçlar arasındaki etkileşim retina ve korneanın duyarlılığını arttırabilir. Fototerapi yalnızca SAD’de değil, kronobiyolojik uyku bozukluklarında, uzun süreli uçak yolculukları veya benzeri durumlarda ortaya çıkan ritim bozukluklarında da kullanılmaktadır. Diğer yandan bir çok kişi, majör duygudurum bozukluğu olmadığı ve belirtileri tedavi gerektirmediği halde, hafif mevsimsel duygudurum değişiklikleri göstermekte ve fototerapiden yararlanmaktadır. Genel olarak toplumda, ruhsal sorunlara daha çok kış aylarında rastlandığı görülmektedir. Bu değişikliklerin hepsi klinik düzeyde SAD oluşturacak kadar büyük değildir. ‘Eşikaltı SAD’ denilen, hafif derecede ruhsal değişiklikler toplumun önemli bir kesiminde görülebilirler. Örneğin subsendromal SAD görülme sıklığı ABD’nin kuzeyinde %12 iken güneyinde %2.4 düzeyinde bulunmuştur. Eşikaltı SAD’nin, tam tanımlanmış biçimden üç kez daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Bazı araştırıcılara göre, SAD hemen herkeste ortaya çıkan normal mevsimsel değişikliklerin adeta uç bir durumu olduğundan, tedavisiz kendi kendini sınırlar. Normal kişilerde, mevsimlere bağlı olarak kilo farklılıklarına ve tiroid işlev değişikliklerine rastlanabilmektedir. Burada göz ardı edilmemesi gereken, SAD’nin majör depresyonun bir türü olduğu gerçeğidir. Hatta DSM sistemine göre bir alt tür de değildir, sadece bir gidiş şeklidir. Bu tanımlamaya göre, tüm SAD’ler majör depresyondur, ama bir majör depresyon SAD olabilir, ya da olmayabilir. Mevsimsellik dışında bu iki depresyonun birbirlerinden farklı olup olmadığının değerlendirmesini yapmak amacıyla klinik seyir özelliklerinin yanı sıra, kişiliğe ve mizaca ilişkin özellikler de değerlendirilmiştir. Örneğin SAD olan hastalarda bazı nörotisizm puanları daha yüksek, depresyon ölçeği puanları daha düşük, somatik anksiyete, psikasteni ve gerginlik puanları daha düşük bulunmuştur.

Mevsimsel duygudurum bozukluğu diyebilmek için DSM-III-R’de depresyonların yılın 60 günlük bir dönemi ile ilişkili olması koşulu bulunmaktadır. Mevsimsel özellikli atakların mevsimsel olmayanlara oranının 3:1 olması ve üç yıl içinde ikisi ardışık olmak üzere, üç atak geçirilmiş olması koşulu da getirilmiştir. Süre ölçütü gibi bazı özellikler DSM IV ile birlikte ortadan kaldırılmış olmakla birlikte, genel anlamda DSM’nin klinikte ve araştırma alanındaki uygulama zorlukları, bu bozukluğa ilk kez isim koyan Rosenthal’in ölçütlerinin daha yoğun kabul görmesine neden olmuştur. Rosenthal’in tanı ölçütleri şöyle sıralanabilir: 1) RDC’ye göre majör affektif bozukluk ölçütlerini dolduran hastalık öyküsü; 2) İki kez üst üste sonbahar-kış aylarında başlayıp ilkbahar-yaz aylarında düzelme gösteren atak geçirilmesi; 3) Başka bir birinci eksen tanısının bulunmaması; ve, 4) Mevsimlere bağlı olarak ortaya çıkan psikososyal stres faktörünün bulunmaması. DSM-IV’te de DSM-III-R’deki ölçütlerin benzerleri söz konusudur ve mevsimsel özellik, yineleyici duygudurum bozukluğu ataklarının gidişini tanımlayan bir belirleyici olarak kullanılmaktadır. İkisi arasındaki fark A ölçütünde yer alan 60 günlük sürenin kaldırılmış olması ve D ölçütündeki 3:1 oranının yumuşatılmış biçimde ifade edilmesidir. (Tablo 13)

Tablo 13 DSM-IV’e göre mevsimsel yapı belirleyicisi

A) BP I ya da BP II bozukluk, ya da Majör depresif bozukluk; yineleyen tipte majör depresif atakların başlangıcı ile yılın belirli bir zamanı arasında düzenli bir ilişki vardır.(Örneğin, majör depresif atak düzenli olarak sonbaharda ya da kışın ortaya çıkmaktadır)
NOT: Mevsimlerle ilişkili psikososyal stres etkenlerinin açık bir etkisi olduğu olguları katmayınız (örneğin, her kış düzenli olarak işsiz kalmak gibi).
B) Yılın belirli bir zamanında da tam remisyonlar (ya da depresyondan maniye ya da hipomaniye olan bir değişme) olmaktadır(örneğin, depresyon ilkbaharda ortadan kalkar).
C) Son iki yıl içinde A ve B maddelerinde tanımlanan mevsimlik ilişkiyi gösteren iki Majör Depresif Atak ortaya çıkmıştır ve aynı dönemde mevsimsel ilişki göstermeyen bir atak olmamıştır.
D) Mevsimsel Majör Depresif Ataklar, böyle bir bozukluğun, kişinin yaşamı boyu görülmüş olan mevsimsel olmayan Majör Depresif ataklardan çok daha fazla sayıda olmuştur.

SAD’nin depresyonun diğer tiplerinden nasıl ayrılacağı henüz net olarak belirlenebilmiş değildir. SAD hastaları büyük oranda atipik depresyonla benzerlikler gösterirler; küçük bir grup da melankolik hastalardakine benzer belirtiler göstermektedir. Atipik depresif hastalar, klinik benzerliklere karşın mevsimsel özellik göstermeyerek SAD’li hastalardan ayrılmaktadırlar. Ayrıca, bu hastalar fototerapiye yeterli ölçülerde yanıt vermezler. NIMH tarafından SAD’nin aşırı yemek yeme, karbonhidrattan zengin yiyeceklere karşı aşırı istek, kilo alma aşırı uyku ve yorgunluk ile karakterize olduğu tanımlanmıştır. Ayrı bir klinik antite olduğunu düşünerek yaklaşırsak, SAD’nin başlangıç yaşının, diğer depresif hastalıkların başlangıç yaşından daha küçük, kadınlarda görülme oranının diğer depresif hastalıklardakinden daha yüksek olduğunu görürüz. Örneğin başlangıç yaşı Amerikan kaynaklarında ortalama 22, İskandinav ve Avrupa kaynaklarında 32 yaş civarındadır. Kadın/erkek oranı 9/2, depresif evrenin ortalama uzunluğu 5 ay olarak saptanmıştır. Ailesel faktörler, SAD oluşumunda rol oynayabilmektedir. Rosenthal’in hastalarının birinci derece akrabalarında %69 oranında duygudurum bozukluğu, %17 oranında da SAD bulunmuştur. Genel popülasyonda %5 oranında mevsimsel depresyon olduğu bildirilmiştir. Fakat aslında mevsimsellik ölçütü gidiş belirleyici bir ölçüt olduğu için SAD’nin tanılara göre dağılımını belirlemek önemlidir. Depresyon içeren farklı hasta gruplarında SAD şöyle bulunmuştur: BP II’de %81, BP I’de %7, UP’de %12. Majör depresyonu olan SAD hastalarının ilkbahar yaz aylarında depresyondan çıkarak nispeten artmış bir enerji ve hareketlilik içine girdikleri görülmektedir. Bu durumun hipomaniden, dolayısıyla da BPII’den ayrılması oldukça zordur. Belki bu durumu tanımlamak için kullanılabilecek en uygun terim ‘hipertimi’dir. Mevsimsel duygudurum bozukluğunun sendrom olarak tüm duygudurum bozuklukları içinde %10’luk bir alanı kapladığı bildirilmiştir. Bununla kastedilen, yalnızca mevsimsel olarak hastalığın ortaya çıkması değil, ortaya çıkmış bulunan hastalık evrelerinin de mevsimsel nitelik taşımalarıdır. Faedda ve arkadaşları (1993) ilkbahar-yaz aylarında hipomani/maninin eşlik ettiği ya da tek başına bulunan sonbahar-kış depresyonuna ‘A Tipi Mevsimsel Bozukluk’, depresyon ve mani evrelerinin yer değiştirdiği şekline de ‘B Tipi Mevsimsel Bozukluk’ adını vermişlerdir.

SAD’de eşhastalanma da önemli bir noktadır. SAD’yle beraberlik gösteren psikopatolojik tabloların da mevsimsel duyarlılık gösterdiği gözlenmektedir. Örneğin SAD hastalarının %60’ı kış aylarında kişilik bozukluğu özellikleri gösterirlerken, bu oran yaz aylarında %35’e düşmektedir. Depresyondaki SAD hastalarının ikinci eksen tanısı yoksa, yani herhangi bir kişilik bozukluğu göstermiyorlarsa, bu hastaların yaz aylarında düzelme şansı yüksektir. Buna karşılık, kişilik bozukluğu gösteren SAD hastalarının yaz aylarında düzelme olasılığı çok düşüktür. Yine de bu grubun fototerapiye en az yanıt veren hastalar olduğu söylenmiştir. O nedenle bu hastalarda fototerapiyle kombine, ya da ona alternatif olarak başka tedavi modalitelerinin uygulanması yerinde olur. Diğer taraftan fototerapiye en iyi yanıt veren hastaların, kişilik bozukluğu olmayan, atipik vejetatif belirtiler bulunan SAD hastaları olduğu söylenmektedir. Williams 21 itemlik Hamilton Depresyon Skalasına 8 itemlik mevsimsel affektif bozukluk bölümü ekleyerek kısaltılmış ismiyle SIGH-SAD ölçeğini oluşturmuştur. Ek bölümde sosyal çekilme, kilo artışı, artmış iştah, artmış yemek yeme, karbonhidratı sevme, aşırı uyku, yorulabilirlik ve akşam saatlerinde kötüleşen duygudurum ile ilgili maddeler vardır. SIGH-SAD’den başka, SAD için 12 maddeden oluşan Hipomani Görüşme Rehberi (HIGH-SAD) de vardır. Hastaların kendi kendilerini değerlendirmeleri için geliştirilmiş bir ölçek olan Mevsimsel Paterni Değerlendirme Anketi (SPAQ), kişinin duygudurumunu, davranışları ve fizyolojisini değerlendirmekte, hastaya uykusunun uzunluğu, sosyal aktivitesi, duygudurumu, kilosu, iştahı ve enerjisiyle ilgili sorular sorulmaktadır. Anket İzmir de Hayriye Elbi ve arkadaşları tarafından geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılarak Türkçe’ye de kazandırılmıştır. Türkiye’de bu alanda yapılan az sayıdaki çalışmadan birinde Yöney ve arkadaşları, İstanbul’da 228 üniversite öğrencisinde mevsimsel değişikliklerin %39.5 oranında sorun oluşturduğunu saptamışlar, Elbi ve arkadaşları da en yüksek kış depresyon oranının Eskişehir’de (%12.5), en düşük oranın ise Ankara’da (%0.82) olduğunu bildirmişlerdir.

Mevsimsel duygudurum bozukluğunun bir diğer belirgin farklılığı da, hastaların mevsim ve enlem değişikliklerine hassasiyet göstermeleridir. Peki, SAD’de varsayılan mekanizma kış aylarında güneş ışığına daha az maruz kalınması olduğuna göre, kış mevsiminin, daha doğrusu güneş ışığı azalmasının söz konusu olmadığı yerlerde, örneğin Ekvatorda ya da tropikal bölgelerde SAD olmaz mı? Olursa, mevsimle nasıl bir ilişki içinde olacaktır? SAD’nin tropikal bölgelerde görülme sıklığı ile ilgili iki çalışma bulunmaktadır. Bunlardan birisi 19° Güney enlemi seviyesinde SAD görülme sıklığını araştıran çalışmadır ve SAD yazın %9, kışın %1.7 bulunmuştur. 19° Kuzey enlemi seviyesinde ise SAD görülme sıklığı yazın %6, kışın %1 civarında saptanmıştır. Daha kuzeye ve daha güneye doğru gidildikçe, SAD’nin kışın görülme sıklığının arttığı bilinmektedir. Bu veriler yaygın olarak ele alınan ‘gün ışığı’ ile depresyonun ve ‘iyi hissetmenin’ ilişkisi yerine (veya onun yanında), ısı ile depresif duygudurum ilişkisini göz önüne almayı gerektirmektedir. En azından SAD tanımından söz ederken Avrupa ve Kuzey Amerika’dan elde edilen verilerin, sürekli yağmurlu olan tropik bölgelerin değerlendirilmesi sırasında kullanılamayacağı gerçeği unutulmamalıdır.