Depresyonun %30-40 oranında kronikleşme riski vardır. Hastaların %30-60 kadarı intihar girişiminde bulunur. Bir kez hastalık geçiren bir kişi, %50 olasılıkla yeni bir atak daha geçirir. İkinci kez atak geçirenlerde bu olasılık %70, üçüncü kez atak geçirenlerde %90’a kadar çıkar. Bu veriler, bütün depresyon olgularının içinde çoklu atakların ¾, tek atakların ise ¼ oranında olduğu anlamına gelmektedir. Depresyon olgularının, hatta bütün psikiyatrik olguların hemen hemen yarısına ulaşan önemli bir kısmı pratisyen hekimler tarafından tanınmamaktadır. Oysa ülkemizde birinci basamak hekimlerine başvuran kişilerin %20’sinin ruhsal bozukluklar gösterdikleri Hacettepe Tıp Fakültesi tarafından yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Tanı konulamaması, tahmin edileceği gibi gerçekten çok önemli bir sorun oluşturmaktadır, çünkü tedaviye hastalık tanınana kadar başlanamamaktadır. Ayrıca, tanınmayan psikiyatrik olgularda, özellikle de depresyonda kronikleşme çok daha kolay olmaktadır. Tanınmama riski en yüksek depresif hastalar, genellikle kendine bakımı pek azalmamış, depresif, şikayetlerinden depresyonu tanımlayacak terimlerle bahsetmeyen, tablosu ‘ağır’ olmayan, şikayetlerini bedenselleştirerek ifade eden hastalardan oluşmaktadır. Özellikle, şikayetleri bedenselleştirmek ülkemizde çok yaygındır. Bu nedenle de hekim tarafından hastalığa tanı konması güçleşmektedir. Bu konuda yaptığımız bir çalışmada ülkemizde sosyalizasyon bölgesi olan bir sahadaki depresyon olgularının hiç birisinin sağlık ocağında depresyon olarak tanımadığını gördük (Üstün ve Ceylan, 1981). En zor tanınan belirtiler sosyal geri çekilme, çökkünlük ve boşluk hissidir. Yalnız İngiltere’de bir yılda yazılan antidepresif sayısının 7 milyona yaklaştığını, ve bunların önemli bir kısmını pratisyenlerin yazdığını düşünürsek konunun önemi daha iyi anlaşılır. Bir diğer önemli nokta da pratisyen hekimin önerdiği ilaçları hastaların gerektiği gibi kullanmamalarıdır. Sıklıkla gözlenen ya dozun daha az tutulması, ya da ilacın süre olarak daha az kullanılması veya hiç kullanılmamasıdır. Depresif atakların erken tanınması öteden beri problem olmuştur. Bu konuda hiçbir zaman kesin ölçütler oluşturulamadığı gibi, var olan bazı doğrular da çalışmadan çalışmaya değişmektedir.
BP hastalarda sık yineleme, hastalığın erken başlangıç yaşı ve daha önce geçirilen atak sayısıyla az çok bağlantılıdır. Ayrıca, endojen depresif hastalar nörotik ya da reaktif depresif gruba göre daha sık yineleme gösterirler. Yineleme nedenleri çok çeşitlidir ve bir çok faktör işin içindedir, ne yazık ki bu faktörlerin çok değişken olmaları tam olarak belirlenmelerini olanaksızlaştırır. Sosyal destekleri iyi olursa orta ve ileri yaştaki hastaların iyi bir prognoz gösterdiklerine işaret edilmektedir. Diğer yandan, hastanın fizik sağlığının kötü olması prognozu da kötü etkilemektedir. Otuz yaşın üzerindeki kadınlarda evlilik iyi yürümüyorsa ve/veya kadının eğitimi düşükse prognoz kötü olmaktadır. Erkekler için de eğitim düşüklüğü kötü prognozun işaretlerinden sayılmaktadır. Premorbid kişilik faktörleri arasında histerik ve nörotik kişilik özelliklerinin kötü prognoz için en önemli belirleyiciler olduğu söylenmektedir. Ayrıca depresyonla birlikte, yukarıda söylendiği gibi fiziksel hastalık, ya da psikiyatrik eş-hastalanma veya çok sayıda hastalığın aynı anda varlığı kötü prognoza işaret sayılır.